YENİ ANAYASA, YENİ YÖNETİM SİSTEMİ VE GELECEK ÜZERİNE -II- YASAMA

 

Ülkemizi “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” ile baş başa bırakan anayasa değişiklikleri yapılma aşamasında gerekli bütün ikazları, gerekçeli eleştirilerimiz ve doğurabileceği sakıncaları ile ilgili görüşlerimizi açık, net ve detaylı olarak dile getirmiş, kamuoyu ile paylaşmış ve TBMM de o dönem görev yapan vekiller ve partilere değişik kanallarla her safhada ulaştırmıştık.

Maalesef sistemin getirdiği kargaşa, sıkıntı ve yıkımlar bizim tahmin edebildiğimizin ve dile getirdiğimizin çok daha üzerinde oldu (Daha doğrusu ortaya çıkan sistemsiz yönetim anlayışı) şimdi burada neler dediğimizi uzun uzun söylemeyeceğiz. (Arzu edenler www.kutluyol.org.tr web sayfasında Anayasa değişiklikleri kategorisi altında toplanmış olan değerlendirmelerimizi tekrar okuyabilir)

Ancak önemli gördüğümüz bazı hususları sizlerle paylaşacağız; bu yazımızda da TBMM’nin nasıl devre dışı kaldığını irdeleyeceğiz.

“MADDE 87 – Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesinhesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.”

Değişiklikle:

Kuvvetler ayrılığı prensibine uygun olarak yasamanın yürütmeyi denetlemesi ile Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermesi, yasamanın görev ve yetkileri arasından çıkarılmıştır.

Burada görüldüğü üzere, TBMM’nin Yürütmeyi (Bakanlar Kurulunu ve Bakanları) denetleme yetkisi elinden alınmıştır.

Parlamenter demokrasilerde denetleme görevi var, getirilen sitemde yok, yerine yeni bir mekanizmada oluşturulmamıştır.

Yeni yürütme sistemi ile “Parti devleti – Tek adam – Derebeylik” sistemine dönüşme ihtimali ortaya çıkmıştır.

Demokrasilerin en temel özelliklerinden birisi de hesap verebilmek ve hesap sorulabilmesidir. Hesap sorma/verme mekanizmalarının dengeli bir şekilde oluşturulmasıdır. (Başlı başına bir yazı konusudur)

Kaldı ki çok sık kullanılmayan ve olağan üstü durumlarda geçici olarak Bakanlar Kuruluna “Kanun Hükmünde Kararname” çıkarma yetkisi verme görevi de TBMM’nin elinden alınmıştır.

TBMM kontrolünde iken bile birçok eleştiri ve tartışmalara sebep olan “Kararname çıkarma yetkisi” şimdi başka bir maddede süre ve zaman sınırlaması olmadan Devletin yapılanması dahil çok geniş kapsamlı olarak Cumhurbaşkanına “TEK KİŞİ” ye sürekli olarak kullanabileceği şekilde devredilmiş, maalesef çok keyfi uygulamalara, standardı, dayanağı ve mantığı olmayan uygulama, yapılanma ve dönüşümlere sebep olmaktadır…

Bir buçuk yılda yaklaşık (2019 sonu itibariyle); 49 adet Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmıştır, bu kararnamelerle devlet kurum ve kuruluşlarının yapısı tamamen değiştirilmiş, adeta geçmişle olan bağlar tamamen koparılmış, devlet aklı, geçmiş hafızası ve bilgi birikimi, işleyiş gelenek ve görenekleri ile bilgi ve tecrübe birikimi kaybolmaya yüz tutmuştur.

Yani “Devlet ebed-i müddet” lafta kaldı…

Devlette süreklilik esastır ilkesi yok edildi, kurumlarda belirsizlikler muğlaklıklar artmış iddia edilenlerin aksini hizmetlerin hızlanması bir yana yavaşlamıştır.

Görev yetki ve sorumluluklarda belirsizlikler, çakışma ve boşluklar oluşmuştur.

Meclis’in denetim yetkilerini düzenleyen değişiklikle;

“MADDE 98 – Türkiye Büyük Millet Meclisi; Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetleme yetkisini kullanır.

Meclis araştırması;

Belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemeden ibarettir, denilen ve muhalefet tarafından sunulan “Meclis araştırması” talepler Mecliste iş birliğini sürdüren, Cumhurbaşkanı ile paralel hareket eden ve çoğunluğu elinde tutan “Cumhur İttifakı” tarafından muhtevasına, gerekliliğine, yararına bakılmaksızın direk olarak reddedilmektedir. Yani fiili olarak işlemez konuma getirilmiştir. (Ülke için çok hayati konularda olanlar dahil yüzlerce önerge muhtevasına ve gerekliliğine bakılmaksızın reddedilmektedir.)

Ve yasama tarafından, yürütmenin icraatlarının bilgi amacıyla da olsa araştırılma imkânı engellenmektedir.

Yazılı soru; 

Benzer şekilde; milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak sorabildiği ve en geç onbeş gün içinde cevaplandırılması gereken yazılı sorulara cevap verilmemekte, ilgi gösterilmemekte ya da “devlet sırrı”, “ticari sır” denilerek savuşturulmaktadır.

Genel görüşme;

Toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir.

Pek uygulanmamaktadır ve işlevsiz haldedir.

Meclis soruşturması;

Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında 106. maddenin beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca yapılan soruşturmadan ibarettir. Ancak mevcut Meclis aritmetiği ve belirtilen fıkralarda verilen nisaplar dikkati nazara alındığında fiili olarak böyle bir soruşturma açılması mümkün değildir.

(Cumhurbaşkanın talimatları ile açılabilecekler hariç, hatta Cumhurbaşkanı buna bile gerek duymadan bakanları görevden alıp yenisini atayabiliyor, son Ulaştırma Bakanı değişikliğinde olduğu gibi)

Bu da atanmış konumundaki bu kişileri pervasızca ve sorumsuzca davranmaya, konuşmaya, icraatlarda bulunmaya teşvik etmektedir.

Bir bakan önce alım sonra ihale yapılan bir satın alma ile ilgili olarak “Ne olmuş yani ihale sonradan yapılsa ne fark eder” diyebiliyor.

Bitlis’te bir tarikat şeyhinin öldürülmesi sonrası Ülkenin İçişleri Bakanı çıkıyor;

“Çok hüzünlüyüm. Bir alimin ölümü bir alemin ölümüdür. Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi Başmüderrisi Seyda Abdülkerim Çevik Allah’a yürüdü” ifadelerini kullanabiliyor.

Bu ülkede “Tevhidi tedrisat” kanunu ne oldu, nereye gitti. Ne zamandan beri bizim eğitim sistemimizin içinde “Medrese” “Başmüderris” ünvanları/kavramları var ve geçerli, kim veriyor bu unvanları, kim kontrol ediyor bu kurumları?

Ve benzer şekilde Adalet bakanı:

“Alimin ölümü alemin ölümü gibidir. Hayatını ilme, talebelerine ve kardeşliğe vakfetmiş Norşin ulemasından Abdülkerim Çevik Hoca’nın menfur bir saldırı sonucunda vefat ettiğini üzüntüyle öğrendim. Rabbim kabrini nur, ruhunu şad, makamını âli eylesin”

Açıklamasını yapabiliyor.

Bizim eğitim sistemimizde “Ulema” diye bir unvan bir sınıf var da bizim mi haberimiz yok.

Bu Ülke nereye gidiyor bu ne pervasızlık, bu ne delalet ne gaflet.

Ülkenin en önemli iki bakanı Adalet ve Güvenlikten sorumlu (iç işleri) Bakanlar kanunları, hukuku hiçe sayıyor korkusuzca ve sorumsuzca açıklamalarda buluna biliyorlar.

Ülkenin birliği bütünlüğü tehlikeye atılıyor, yeni 15 Temmuzlara altyapı oluşturuluyor.

Üç beş oy için değer mi?

Görüldüğü üzere yeni sistemle kuvvetler ayrılığı prensibinin gereğine uygun olarak yasamanın yürütmeyi denetlemesi işlevi fiili olarak yasamanın görev ve yetkileri arasından çıkarılmıştır.

Her ne kadar madde başlığı “Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları” olsa da fiiliyatta denetleme bir noktada kaybolmuş, yetkiler bilgilendirme ile sınırlandırılmış. O da pek yürütülmemektedir.

Yıllardır atanmışların seçilmişlere karşı tavır ve tutumundan şikayet edenlerin getirdiği sistemde atanmış bakanlar ve yardımcıları seçilmişleri hiç dikkate almamakta amiyane tabirle takmamakta, telefonlarına bile çıkmamaktadır.

Hatta bu durumdan iktidar Milletvekilleri de çok rahatsız olduğundan TBMM de nöbetçi bakanlık uygulaması başlatılmıştır.

Gensoru ve Meclis soruşturması vasıtasıyla yerine getirilen denetleme yetkisi zaten kaldırılmıştı. (Eski anayasa Gensoru: Madde 99 ve Meclis soruşturması: Madde 100 Anayasadan tamamen çıkarılmıştır)

Denetim ile ilgili bazı hususlar şeklen korunmuş gibi görünse de TBMM’nin yürütme üzerinde denetleme yetkisi sıfırlanmıştır.

Denetleme mekanizmasını sulandıran, hesap sorma, hesap verme işlemlerini ortadan kaldıran bu yapılanma “kontrolsüz yönetim sistemini” teşvik niteliğindedir.

İdlip olaylarında otuzu aşkın şehidimizin olduğu bir ortamda (resmi açıklanan rakamlar) NATO, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, AB kurumları acil toplantılar düzenlerken “Hakimiyet kayıtsız şartsız Milletindir ve TBMM vasıtasıyla kullanır” ilkesi yok sayılıp TBMM yürütmenin yönlendirmesi ve dayatması neticesinde ancak beş gün sonra toplanıp konuyu görüşebilmiştir. Diğer yandan dünyada herkese her kuruma her lidere def’aten görüşüp bilgi veren yürütmenin başı (Cumhurbaşkanımız) TBMM ye bilgi verme ihtiyacı duymamıştır.

Son salgın döneminde TBMM aylarca çalıştırılmamış ve hiç de eksikliği hissedilmemiştir. (!)

Yasama ile ilgili dile getirilen iddialardan biri de artık Yürütmenin kanun tasarısı sunamayacağı dolayısıyla Meclisin çok daha bağımsız ve güçlü olacağı iddiası da boş bir hayalden öte geçmemiştir. Çıkarılan bütün kanunlarda yürütme tarafından hazırlanan tasarılar Cumhur ittifakı ortakları tarafından kendi aralarında son şekli verildikten sonra bir parti grubunca ya da bir milletvekili tarafından TBMM başkanlığına kanun teklifi olarak sunuluyor ve şekil şart yerine getiriliyor son örnekte olduğu gibi (Baroların yapılanması kanunu). Hatta yürütmenin teşvik ve istekleri çerçevesinde iç tüzüğün istediği süreler bile beklenmeden yangından mal kaçırılır gibi ivedilikle görüşülüp kabul ediliyor.

İdarenin en temel görevi insanların/vatandaşın hak ve hukukunu koruyup kollamak, piyasaları düzenlemek ve denetlemek olmalı. Demokrasi, seçimle gelmiş olmak (% 50 +1 oyla bile olsa), hürriyet ve serbest piyasa demek; keyfilik değildir, başı boşluk değildir; kişinin hak ve özgürlüğünün sınırı diğer kişinin hak ve özgürlüğü ile çakıştığı noktadır ve sınırlıdır.

Esas tehlike gelecekte olabilecekler. Daha doğrusu uygulamalar mantığın, aklın ve hayallerin ötesine geçmemeli.

Bütün dünyada siyaset yapmada hedef “ülkeyi yönetmek” gibi görünse de amaç ülke kaynakları üzerinde hakimiyeti ele geçirmek kendi çevrelerinin kotrolü altına almak ve bunlardan nemalanmak olduğu dile getirilir. (Ölçüyü kaçırmadan ve ülkeyi batırmadan yani geleceklere de bir şeyler bırakılmalı)

Kitle partileri ile ideolojik partilerin siyaset anlayışındaki en temel farkın birincisinde hedef iktidar olmak ve iktidarın nimetlerinden yararlanmak, ikincisinde iktidar bir araç olup iktidara gelip taşıdığı idealleri gerçekleştirmek, hedefledikleri yönetim sistemi ve toplum yapısını gerçekleştirmektir.

Peki ne yapmalıyız, tespitleri yaptık, çözüm ne?

Gerginlikten beslenen, hukukla sorunlu, ortak değerlerle kavgalı ve bunlar üzerinden siyasi rant peşinde koşan çatışmacı siyaset anlayışları ve alışkanlıklarının çıkmaz sokak olduğu artık görülmelidir.

Siyasetin ahlaki bir temele dayandığı, demokratik olgunluk ve uzlaşı kültürünün egemen olacağı, aşırılıkların törpülendiği ve Türkiye’nin milli ve manevi değerlerini ortak payda olarak kabul eden yeni bir siyaset anlayışı hakim kılınmalıdır.

Türkiye’nin milli birliğine, huzuruna, dayanışmasına ve cumhuriyet rejimine sahip çıkılmalıdır. Değerlerin çatışması yerine bunlar etrafında toplumsal kucaklaşma ve bütünleşme dönemi başlatılmalıdır.

Toplumsal huzursuzluk kaynağı olan sorunlar, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ortamında ele alınıp geniş tabanlı ve kamu vicdanında karşılık bulacak çözümlere kavuşturulmalıdır.

Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati konularda siyasi düşünce ve hesapları aşan milli bir bilinçle hareket edilmesi ve milli bir seferberlik ruhu sergilenmesi hayati öneme haizdir.

Cumhuriyet, siyaset kurumu ve sistemin varlığını tehdit eden, Devlete ve devlet kurumlarına olan güveni sarsan, keyfi yönetim anlayışı, ahlaki kirlilik ve yolsuzluklarla kararlı ve etkili mücadele edilmesi “temiz siyaset-temiz yönetim” anlayışının hakim kılınması elzemdir.

Bütün bu yazılanların ışığında; hiçbir zaman gerçek manada demokrasiyi yaşayamayan, yakalamayan Ülkemiz için çözüm, kurtuluş yolu;

Ortak akıl, temiz siyaset, birbirini dengeleyen kendi kendini kontrol edebilen yönetim sistemini oluşturabilmek, yerleştirebilmek, yaşatabilmektir.

Saygılarımla…

Hüseyin ÇAKIR, ANKARA, 17.07.2020

 

(Not: Bu seri yazıların ilki 19 Şubatta yayınlanmış, bilahare ortaya çıkan salgından dolayı Ülke şartları ve Milletimizin birlik ve beraberliği göz önüne alınarak yazılara ara verilmişti. Ancak zamanla ortaya çıkan gelişmeler dikkate alınarak ikincisini yayınlıyoruz.)

editör

Recent Posts

”İnsan Haklarıyla İnsandır. Hangi Haklar Bunlar” Kutlu Yol Söyleşilerinin konusuydu

Dilde Fikirde İşte Birlik Yolu Derneği’nin Kutlu Yol Söyleşileri'nde ağırlıklı olarak Türklük, Çağdaş Uygarlık Yolu ve Toplumsal…

1 hafta ago

“Kadına Yönelik Şiddetin Biyolojik , Psikolojik ve Sosyolojik Altyapısı” Kutlu Yol Söyleşilerinde konuşuldu

Ağırlıklı olarak Türklük, Çağdaş Uygarlık Yolu ve Toplumsal Bilinç ve Gelişim alanları üzerine görüşlerin sunulduğu…

3 hafta ago

KKTC Cumhurbaşkanı Tatar: “KKTC, Türk dünyasının Akdeniz’e açılan kapısıdır.”

Tatar, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Brüksel Temsilciliğinde, Belçika'daki Türk iş dünyası temsilcileriyle düzenlediği…

4 hafta ago

Aktau, Türk Dünyası’nın Yeni Kültür Başkenti Seçildi!

Aktau, TÜRKSOY’un kararıyla Türk Dünyası-2025 Kültür Başkenti seçildi. Kazakistan’ın Hazar kıyısındaki bu tek liman kenti,…

1 ay ago

Türk dünyası gençliği Almatı’da buluşuyor

TÜRKSOY Kazakistan’ın Almatı şehrinde Türk Dünyası Gençlik Buluşmaları kapsamında 1. Türk Dünyası Gençlik Forumu düzenleyecek.…

1 ay ago

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Türk dünyasına katkılarımızın büyük olabileceğine inanıyorum

Bu fırsatı, KKTC’nin Türk dünyasına değer katabileceği alanları göstermek açısından önemli bulduğunu söyleyen Tatar, “Türk…

1 ay ago