Türk kadınının milletvekili seçilme hakkı
Türk devriminin önemli atılımlarından biri kadının sosyal ve siyasi hayatta eşit birey olarak yerini almasını sağlamaktır. Diğer gelişmeler gibi bu gelişmenin de tarihî kökleri bulunmaktadır. Türk kadını, aslında daha Meşrutiyet devrinden itibaren toplum hayatında yerini almaya başlamıştı. Türk kadınının öncü rolü işgal yıllarında Sultanahmet Mitingi ile kendini göstermişti. Millî Mücâdele kazanıldıktan ve Cumhuriyet ilân edildikten sonra da bu yönde çabalar oldu. Bu çabaların hızlı bir şekilde sonuç almasında Atatürk’ün memleket gezilerinin de büyük bir payı oldu.
Atatürk, bir toplumun kadın ve erkek fertlerinin aynı şekilde görülmesi gerektiğine inanıyordu. Bu inancını daha 1922 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde açış konuşması yaparken bir cümleyle de olsa dile getirmişti. Açış konuşmasında çeşitli konulardan bahseden Atatürk, eğitim meselesine geldiğinde kadınların da erkeklerle aynı şekilde eğitim almasının önemini vurgulamıştı.
Atatürk, yurt gezilerinde çeşitli vesilelerle konuyu kadınların sosyal hayattaki yerine getiriyordu. Mesela 30 Ocak 1923’te İzmir’deki bir konuşmasında toplumda kadının yeri üzerinde önemle durdu. Burada bir toplumun iki cinsten oluştuğunu ve gelişmek için her iki cinsin de aynı şekilde çalışması lâzım geldiğini belirtti. İlim ve fendeki gelişmeler için hem kadınların hem de erkeklerin çalışmasıyla ancak ileri gidilebileceğini vurguladı. Atatürk, sonra şöyle devam etti:[1]
“Düşmanlarımız bizi dinin tesiri altında kalmış olmakla itham ve tevakkuf ve inhitatımızı buna atfediyorlar. Bu hatadır. Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, müslim ve müslimenin beraber olarak ilim ve irfan kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilm ü irfanı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak mecburiyetindedir. İslâm ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla mukayyet zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk hayat-ı içtimaiyesinde kadınlar ilmen, irfanen ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir. Bugün bu memleketi nazar-ı tetkikten geçirelim. Göreceğimiz iki safha vardır. Birisi tarlalarda erkeklerle beraber çalışan merkeplerine binerek öteberi satmak için kasabalardaki pazar yerine giden, oralarda bizzat yumurta ve tavuğunu, buğdayını satan ve ondan sonra levazımatını bizzat mubayaa eden, köyüne dönen ve mesai-i umumiyesinde kocalarına, kardeşlerine yardım eden kadınlar… Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iyi iş anlayanlara ve hesap yapanlara tesadüf ettim.”
Olmasalar başaramazdık…
Bu sözlerini takiben Atatürk, bir hatırasını naklediyor. Akşehir’de bir köy evine misafir olduğu sırada etraftan kadın ve erkek köylülerin gelerek sohbet ettiklerini anlattı. Atatürk’ün söylediğine göre bu sohbet sırasında en önemli soruları kadınlar sormuşlardı. Bu derece ilgili ve önemli sorular, Atatürk’e göre Türk kadının ferasetini gösteriyordu.
Atatürk, aynı yıl Konya’ya yaptığı bir ziyarette Kızılay[2] Kadınlar Şubesinin bir çay ziyafetine katılır. Buradaki konuşmasında da kadının toplumdaki yerinin son derece önemli olduğuna dair güçlü vurgular yaptı. İşte aşağıdaki sözünü 21 Mart 1923’teki bu konuşması sırasında söyledi:[3]
“Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını ‘ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi halâsa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi halâsa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim’ diyemez.”
Bu meşhur sözünden sonra Atatürk, özellikle memleketin zor zamanlarında Türk kadının yaptığı görevleri anlattı:
“Kadınlarımız haddi zatında hayat-ı içtimaiyede erkeklerimizle her vakit yan yana yaşadılar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamanlardan beri, kadınlarımız erkeklerle baş başa, hayat-ı cidalde, hayat-ı ziraatte, hayat-ı maişette, erkeklerimizden yarım hatve geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında ispat-ı vücut ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat membalarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin esbab-ı mevcudiyetini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyet-i hayatiyesini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulâtı pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî, o fedakâr, o ilâhî Anadolu kadınları olmuştur. Binaenaleyh hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim.”
Çağdaşlaşma da olmazdı
Görüldüğü üzere Atatürk, barış zamanlarında veya savaş sırasında Türk kadının oynamış olduğu rolü tekrar tekrar vurgulamaktadır. Bundan sonra da konuşmasına kadının önemi üzerine devam etmiştir. Kadının millet hayatındaki rolü hakkındaki bu uzun konuşmasında Atatürk, çağdaşlaşma ile de ilgili önemli noktalara temas etmiştir. Şekilden ziyade muhtevaya dikkat etmek gerektiğini vurgulayan Atatürk, ilimde ve irfanda ileri gidilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Atatürk’ün konuyla ilgili bahsedeceğimiz diğer bir konuşması şapka ve ayrıcalıklar konularını da gündeme getirdiği Kastamonu-İnebolu gezisi sırasındaki konuşmasıdır. Bu gezide milletin bütünlüğü, tefrika çıkmaması gerektiği, bazı insanların çeşitli kıyafetler yoluyla tefrika yarattığı konularının yanında Türk kadının toplum hayatındaki yeri konusunda da konuşmalar yapmıştır. Burada kadının önemini vurguladığı şu sözler dikkat çekicidir:[4]
“Bir heyet-i içtimaiye, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kâbil midir ki, bir kitlenin bir parçasını terakki ettirelim, diğerini müsamaha edelim de, kitlenin heyet-i umumiyesi mazhar-ı terakki olabilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin? Şüphe yok, terakki adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve saha-i terakki ve teceddütte birlikte yol almak lâzımdır. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur.”
Siyasi hayat da eksik kalırdı
Atatürk’ün sık sık vurguladığı, kadının toplum hayatında hak ettiği yerini alması önce sosyal sahada gerçekleştirildi. Daha sonra 1930’dan itibaren bir dizi kanunla önce mahalli seçimlere katılma, sonra da milletvekili seçimlerine katılma ve seçilme hakkı elde etti. Bugün milletvekili seçilme hakkına kısa bir göz atacağız.
Türk kadınının milletvekili seçme ve seçilme hakkı anayasa değişikliği ile geldi. 5 Aralık 1934’te Anayasanın[5] 10 ve 11 maddelerinde değişiklik yapıldı. Yeni 10. Madde, “yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçmek hakkını haizdir” diyordu. Yeni 11. Madde de, “otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçilebilir” yapılmıştı. Böylece takip eden ilk seçimlerde kadınlar oy kullanabilecek ve aday olabileceklerdi.
Anayasanın değiştirilmesi sonucu Seçim Kanununda[6] da bu yeni duruma göre değişiklik yapılması gerekiyordu. Nitekim aynı gün bu değişiklikler de Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi. Bu değişiklikler sırasında Seçim Kanununa ayrıca şu madde de eklendi: “Rey verenlerden, rey verirken hüviyet ve şahsiyetleri belli olmayanların reyi kabul olunmaz.” Bu madde ile de başkasının yerine oy kullanmak engellendi.
Ve bir hakkın teslimi…
Anayasadaki bu değişikliklerin gerekçesinde önemli hususlara değiniliyor. Dolayısıyla bu gerekçeyi burada nakletmek uygun olacaktır:
“Türk tarihinin her sahasında ve her safhasında erkeği ile yan yana her fedakârlığı yapan ulus ve yurt işlerinde büyük feragatle her mahrumiyete, her cefaya ve her acıya katlanan ulusun, yurdun felâket ve saadetlerine ayni hisle iştirak eden büyük kalpli ve yüksek erdemli Türk kadını müşterek eseri olan bu Cumhuriyette elbette ve elbette kendi evinin; kendi beldesinin işlerinde olduğu gibi teşriî işlerde de temiz ve ciddî mevkiini alacaktı. İstibdat ve cehalet devirlerinden arta kalan kötü ve sakat zihniyetleri sakil ve sakim düşüncelerin Cumhuriyet ve inkılâbın temiz ve erdemli muhitinde yeri yoktur. İşte bu düşüncelerle yüksek Türk kadınına mebus seçmek ve mebus seçilmek yolunda da erkeği yanında mevkiini vermeği ve bu suretle yurdunun bütün işlerinde onun temiz duygulu çalışmalarından istifade etmeyi temin etmek için bu kanun teklif edilmiştir.”
Türk modernleşmesinde kadınlar da giderek yerini alıyorlardı. Cumhuriyet öncesinde de bu alanda bazı gelişmeler ve dahi kadınların kendi çabaları da olmuştu. Atatürk, her konuda olduğu gibi burada da hızlandırıcı bir güç oldu ve halk temaslarında sürekli bu konuyu vurguladı. Daha önce mahalli seçimlerde oy kullanmak ve aday olmak hakkını elde eden Türk kadını 5 Aralık 1934’teki bu anayasa değişikliği ile de milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ederek, sahip olması gereken siyasî hakların eksik kalan kısmını da tamamlamış oldu. Nitekim çok kısa bir süre sonra yapılan seçimlerde de Türk kadınları oy kullandılar ve ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisine girdiler.
[1] Atatürk’ün sözlerini bugünkü konuşmalarımızı esas alarak biraz sadeleştirdim. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2. Cilt, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2006, 85-87.
[2] O zamanlar Hilâl-i Ahmer Cemiyeti.
[3] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2. Cilt, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2006, 151-157.
[4] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2. Cilt, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2006, 223 ve devamı.
[5] O zamanlar Teşkilat-ı Esasiye.
[6] O zamanlar İntihabı Mebusan Kanunu.
Kaynak: https://millidusunce.com/