Müfredat Gündeminde Biçim, Yer Ve İçerik Olarak Türk Eğitim Öğretimine Yönelik Öneriler
Eğitim, ülkemizin çözmekte başarılı olmadığı konuların başında gelmektedir. Yenileşme çabaları ile başlayan arayışlar bir türlü bitmedi ve kararsızlıklar şimdiye kadar devam etmektedir. Milli ve çağdaş bir eğitim yöntemi kurma çabaları çeşitli gerekçelerle kesiliyor. Düşünen, aklını kullanan, sorgulama yapabilen, tartışma kültürünü edinmiş, eleştirel düşünebilen, kendini ifade edebilen, farklı düşünce ve görüşlere saygılı, hoş görü kazanmış, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirilemiyor. Eğitim düzeni ve müfredat gibi meselenin kuramsal yanlarını kesinlikle konularında bilgisi, birikimi, deneyimi olan, hem dünyadaki uygulamaları hem de ülkemizin koşullarını ihtiyaçlarını bilen uzmanların katılacağı çalıştaylarda görüşülüp tartışılması gerekir. Burada dar bir çalışma ile eğitimin bütün sorunlarını, uygulama eksikliklerini, yanlışlarını ortaya koymak mümkün değil. Amacımız, çabamız eğitim sorunlarının incelenmesine bir nebze olsun katkı sağlamaktır.
Öneriler:
Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu), yalnızca Türk millî eğitiminin değil, Türk millî devletinin de ana taşıdır. Türk yurttaşları arasında ülkü ve kültür birliğini sağlayacak tek dayanaktır. Bağlı kalınmalı ve ödün verilmemelidir.
1-) Tam gün eğitim
Okul ve derslik sayıları arttırılarak ikili eğitim tamamen kaldırılmalı ve bütün ilk ve ortaöğretim okullarında tam gün eğitime geçilme süreci tamamlanmalıdır.
2-) Öğretmenler ve tam gün çalışma
Eğitimin en önemli unsuru, bel kemiği öğretmenlerdir, okul ve milli eğitim müdürleridir. Öğretmen hiç vakit yitirmeden hem iktisadi hem de sosyal bakımdan çekici ve saygın bir iş, uğraşı durumuna getirilmelidir. Öğretmen olabilmek için üniversiteyi bitiren gençlerin yarışacağı, başarımı yüksek olanların seçileceği bir ortam oluşturulmalıdır. Öğretmen hem öğreten hem de eğitmendir; yani işlevi iki yönlüdür. Bu nedenle öğretmenliğe alınacaklar bu iki yönlü işlevi yapabilecek bilgiye, kapasiteye ve belki de daha önemlisi öğretmenlik heyecanına, isteğine sahip olanlar arasından titizlikle seçilmelidir.
Örneğin; Öğleden önce 10.30 – 12.00 ve öğleden sonra 16.00 – 17.00 arası oda saatleri olabilir ve bu saatlere ders konulmayacağından öğrenciler, Öğretmenlerinden istediği gibi danışma, yardım alabilirler.
Böylece her öğretmenin haftada 10 ile 12,5 saat arası oda saati olacaktır.
Hatta bu oda saatleri öğretmenlerin vermiş olduğu derse göre de düzenlenip, her sınıf için gerekli oda saati ayarlanabilir.
3-) İlköğretimler için özellikle eğitim ve öğretim iki yarıyıl için ayrılmalıdır.
Sabah öğretimi kapsayan dersler, öğleden sonra ise genel ahlak, insan, çevre ve hayvan sevgisi, gönüllülük ve yardımlaşmanın önemi gibi dersler olmalıdır. Öğrencilerin birey olarak; düşünme, sorgulama, eleştirme, tartışma kültürü, farklı düşünce ve görüşlere saygı, hoş görü yetenek ve duygularını geliştirmek en önemli amaç olmalıdır. Öğrencileri fazla yormayacak şekilde bir düzenleme yapılmalıdır.
4-) Derslere kol olarak doğru atamalar yapılmalıdır.
Derslere kol, alan olarak doğru atamalar yapılmadığı takdirde dersin amacına ulaşması mümkün değildir. Dersler işlevini yitirir. Dahası, bu dersleri verebilecek eğitimden geçmemiş ama bu dersler için atanan öğretmenlerimizi güç duruma düşürür, sıkıntıya sokarız. Öğretmenlik, yalnızca sınıfa girip çıkma ve ders süresini doldurma işi değildir. Sınıfta, dersin içeriğiyle ilgili olarak kendi donanımını içtenlikle, açık ve anlaşılır biçimde öğrencilerle paylaşma işidir. Donanım, yalnızca bilgili olmak, bilmek değil, ilgili dersin düşünme biçim ve davranışına da sahip olmayla sağlanabilir.
Örneğin, İngilizce ya da Felsefe dersine Din Kültürü öğretmeni girmekte, 11.sınıfta haftada bir ya da iki saat olarak müfredatta yer alan Demokrasi ve İnsan Hakları dersi seçmelidir ve bu ders için tarih öğretmenleri de ders anlatabilmektedir. Bunun birçok ders için çok sayıda örnek vardır.
5-) Öğretim programı çok ağır ve konu sayısı çok fazla.
Öğretmenler programa uymak ve yetiştirmek için konuları hızlı geçiyorlar. Yeterince, konuyu öğretici örnekler çözülemiyor. Dolayısıyla da tam öğrenme olmuyor. Bu kez de öğrenciler konuları iyi öğrenemedikleri için dershanelere gitmek ya da özel ders almak zorunda kalıyorlar. Bu yük azaltılmalıdır.
Okula öğrenci alınırken, mümkün olduğunca okulun çevresinde yaşayan öğrencilere öncelik verilmelidir ki, öğrencilerin evleri ile okulları arasındaki uzaklık en aza indirilsin. Böylece daha az sabah trafiği, daha az masraf, daha az hava kirliliği, daha az zaman kaybı olacaktır.
Buna bağlı olarak, büyük kentlerdeki okulların öteki kentlerdekilere oranla daha iyi eğitim veriyor olması veya okulların bulundukları ilçelere göre daha iyi, değerli ve daha iyi eğitim kapasitesine sahip olması, bu il ve ilçelere isteği, doğal olarak da göçü artırmaktadır. Bu istem sonrasında köy ve kasabalardaki eğitim kurumlarına olan ilgi azalmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetiminde olmasa da, bunların da dengelenmesi gerekmektedir.
Temel eğitim sonrasında farklı nitelikte ve düzeyde eğitim almış öğrencilerin aynı sınava sokularak geleceklerine yön verilmesi yıllardan beri yapılan en büyük yanlışlardan biridir. Eğer öğrenciler, liseden sonra üniversite sınavına gireceklerse, eşitliğin sağlanması için hepsi aynı nitelik ve düzeydeki eğitimi almış olmaları gerekir.
6-) Yeni yapılacak özel ya da devlet okullarında fizikî alanlar çok geniş ve kullanışlı yapılmalıdır.
7-) Eğitim düzeni ezberci anlayıştan çıkartılmalıdır.
Bugün temel bilimler alanındaki eğitimimiz, bilimdeki kuramsal sorunları anlamaya dayalı olmaktan uzak, ortaya konulmuş olan kuram, varsayım ve denklemleri ezberlemeye ve uygulamaya dönük bir düzendir. Böyle bir durumda bilimlerin elde ettiği sonuçların hangi sorunlardan kaynaklandığı ve bütün bir evren içinde ne anlam ifade ettikleri anlaşılamaz.
Derse göre değişmekle birlikte her sorunun mutlaka tek bir doğru cevabı yoktur. Örneğin; “Üçgenin iç acıları toplamı kaç derecedir?” sorusuna öğrenci, “180 derece” cevabını verebilir. Ama başka bir öğrenci bu soruya, “hayır üçgenin iç açıları sadece düzlemde 180 derecedir, bir portakal kabuğunu üçgen biçiminde keser ve ölçerseniz bunun iç açıları toplamı 180 dereceden fazla olur“ diyebilmelidir. Belki ilginç bir örnek oldu ama sonuç olarak, mantıklı açıklaması yapılan her cevap doğrudur.
Geçmiş dönemlerin eğitim düzeninde yetişen pek çok ünlü ve başarılı isim vardır ancak, uzun süre dünyanın en genç profesörü ünvanı elinde bulunduran Oktay Sinanoğlu’nun, Ankara’da liseyi Türkçe olarak bitirmesinden sonra dünyada elde ettiği başarıların altında yatan en önemli sebebin kendi dehasının yanında, nitelikli eğitim düzeni olduğunu belirtmesi önemlidir. Yine 2015 Nobel Kimya Ödülünü kazanarak ülkemize büyük bir gurur yaşatan Prof. Dr. Aziz Sancar, “Başarımı memleketime ve Cumhuriyet devrinin başlattığı eğitime borçluyum’ dedi. Bu eğitim düzeninin olumlu yanları günümüze uyarlanmalı ve Oktay Sinanoğlu, Aziz Sancar gibi yeni beyinler yetiştirilmelidir.
8-) İmam-Hatip Okulları
Eğitim alanında son yıllardaki en önemli gelişme İmam-Hatip’li öğrenci sayısındaki artıştır. Günümüzde yedi yüz bine yaklaşan öğrenci bu okullarda okuyor. Yetkililer amaçlarının milyonu aşmak olduğunu açıklıyorlar. Bu rakama ulaşmak için öteki liselerde uygulanmayan teşvikler veriyorlar; yurt, ulaşım, burs vb. gibi imkânlar sağlıyorlar. Dindar kuşaklar yetiştirme iddiasıyla sunulan bu imkânların eğitim kalitesine katkısı olmadığı gibi, toplumda bu siyaset “ayrımcılık” olarak algılanıyor; veliler ve öğrenciler arasında tepkilere yol açılıyor. Liselilerin halen yüzde 12’si İmam Hatip okullu olduğuna göre, büyük çoğunluğu oluşturan öteki kesimle oluşabilecek psikolojik gerilim, İmam-Hatip karşıtlığına dönüşebilir. Yalnızca eğitim alanında kalmaz, şu an hesapta olmayan ciddi sosyal ve inanç sorunlarının doğmasına neden olabilir.
9-) Ortaöğretim de kesinlikle kredili düzen uygulanmalıdır.
Kısaca; yaz dönemi de diğer dönemlerden farksız olmalıdır. Tek fark süre olarak daha kısa (6-8 hafta) ama daha yoğunlaştırılmış olmalıdır. Gayet tabii yalnız olağan dönemde derslerden başarısız olanlar yaz dönemine devam etmelidir.
10-) Öğrencilere ilköğretimin 3 üncü veya 4 üncü sınıflarından başlayarak mutlaka Q ve F klavye ikisi ile de bilgisayar kullanımı (Word dosyasında 10 parmakla yazma) öğretilmelidir. Böylece daha küçük yaşlarda öğreneceği 10 parmakla yazma özelliği ile ileri ki yıllarda kendisine gerekli olacak uzun raporları ya da ödevleri çok kısa sürede yazacak, hazır edecektir.
Her öğrenci Office veya bunun gibi programları kullanmayı üniversiteye girmeden önce öğrenmelidir. Örneğin; Excel gibi hesaplama, grafik ve tablolama programlarına hâkim olması üniversite ve iş hayatında işine yarayacaktır. Sunum yapabilme yeteneği geliştirilmelidir. Daha ilköğretimde sınıfının karşısında yapacağı sunumlar ileride topluluk karşısında yapacağı sunum yeteneğini etkiler. Burada Excel, Word gibi programları kullanamayan öğrenci yok. Ayrıca her öğrenci daha okul çağındayken sunum yapıyor ve üniversitede bunların faydasını fazlası ile görüyor.
Burada unutulmaması gereken, bilgisayarda 10 parmak yazmanın yazım kuralları ve teknikleri ile birleştirilmesidir.
Okullarımızda mutlaka ana dilde eğitim verilmeli ancak yabancı dil eğitimi de özendirilerek çocuklarımızın en az iki yabancı dil konuşabilme yeteneği kazandırılmalıdır. Bunun için yaz eğitimleri, yurt dışı eğitimleri, öğrenci değişimi, yurt dışı arkadaşlık gibi uygulamalar yapılabilir.
11-) Araştırmacı eğitim düzeni öğrencilere aşılanmalıdır.
Öğrenciye hazırladığı rapor ya da ödev de önemli olanın verilen bilginin ölçüsü değil, o bilgiyi nasıl yorumladığının ve düzgün anlatabilmesinin, açıklayabilmesinin önemli olduğu aşılanmalıdır. Başka kaynaklardan alıntılar, paragraflar mutlaka kaynak olarak öğrencinin ödevinde veya raporunda bulunmalı ve bu yöntem öğrenciye erken yaşlarda aşılanmalıdır.
12-) Öğrenci mümkün olduğunca fazla kültürel ve sosyal faaliyet içine sokulmalı güzel sanatlara yönlendirilmelidir. Sanat dersleri, öğrenclilerin hayal güçlerinin gelişmesindeki en önemli etkenlerden biri olacaktır.
13-) Öğretmenler; eğitim ve öğretimde işleyiş ve çalışma esasları, mevcut durumun değerlendirilmesi, ülkemizdeki ve diğer ülkelerdeki belirlenen yenilikler ile bilgi ve deneyimlerin paylaşılması, raporlama, mevcut ve geleceğe yönelik proje ve programlarla ihtiyaçların belirlenmesi ve tanıtım açısından 4 yılda bir sınava tabi tutulmalıdır.
Üniversite eğitimleri sonrası tek başına merkezi uygulama ile yapılan yazılı sınavları geçmeleri bu görevi, işi yapabilecekleri anlamına gelmemeli, yazılı ve sözlü yeterlilik sınavları (ancak tarafsızlığı, bağımsızlığı, eşitliği sağlayacak önerilerle beraber sunulmadıkça oldukça adaletsiz sonuçlar verme durumu için gerekli önlemler alınarak) konmalıdır.
14-) Sosyal alanlarda ve spor dallarında başarılı öğrenciler üniversitelerde sadece yeteneklerine göre bölümlere girmemelidir. Diyelim ki öğrenci çok iyi bir basketbol oyuncusu ve üniversite sınavını kazanamadı. Bugünkü düzende bu öğrencinin yapacağı büyük ihtimalle bir üniversitenin beden eğitimi ve spor yüksekokulu sınavına girmek, kazanırsa da o alanda okumak olacaktır. Oysa gelişmiş ülkelerde üniversiteler, farklı alanlardaki spor takımlarına ülke çapında yetenekli sporcular ararlar. Belirli öğrencileri üniversitenin takım hocaları izlerler ve eksik gördükleri alanlarda spor takımlarına kazandırmak için o öğrenciyi kendi üniversitelerinde okumak üzere öneri götürürler. Öğrencide gelen önerileri değerlendirerek üniversitesini ve okumak istediği bölümü seçer, hem okur hem de spor kulübünde oynar. Bu tür öğrenciler genelde sosyal içerikli bölümlerde okurlar. Üniversite takımında yer alması için spor etkinliklerinden dolayı derslerini aksatmaması, yıl içinde belirli bir ortalamayı tutturması şartı koşulur. Notları düşük sporcu öğrenci, düzeltene, yükseltene kadar takıma giremez. Ayrıca üniversite takımında iken profesyonel işler alması, takımdan uzaklaştırılmasına sebep olur. Yani profesyonel olarak para kazanması önlenir ki doğrusu da budur.
15-) Üniversitelere bedensel ve zihinsel engelliler (belirli bir yüzde ile örneğin %30 engelli kontenjanı gibi veya hiç yüzde olamadan doğrudan) durumlarını gösterir bir sağlık raporu ile sınavsız (yalnız engellilik durumunun yapabileceği bir bölüme) girebilmeliler. Burada ne tür engellilerin hangi bölümlerde fazla sorun olmadan başarılı olabileceği önceden belirlenmelidir. Böylece engellilerin, engelsiz olanlarla aynı yarışta olmaları önlenmelidir. Yani üniversiteye girişte pozitif ayırımcılık yapılmalıdır.
16-) Artık hemen hemen bütün illerimizde ve ilçelerimizde üniversite, fakülte ya da yüksekokul bulunmaktadır.
Dershane sisteminden kurtulmak ve öğrencinin ilgi duyduğu ve başarılı olabileceği bir alanı seçmesini sağlamak için üniversiteye giriş sınavı kaldırılmalıdır.
Öğrencilerimizin lisans ve lisansüstü eğitime yönlendirilmeleri; okul öncesi eğitim sürecinden başlayarak, orta öğretimin sonuna giden süreçte onları izleme, ölçme ve değerlendirme yapan bir yapı ile özendirici uygulamalarla desteklenecek biçimde gerçekleştirilmelidir.
Eğitim verilirken öğrencilerimize uğraşı, iş sahibi olmak ile kültürlü olabilmek arasındaki fark iyi bir biçimde anlatılarak herkesin beyaz yakalı olmak istediği günümüz Türkiyesinde fırıncılık, mobilyacılık vb. gibi mesleklerin de şerefli ve güzel uğraşılar, işler olduğu iyi anlatılmalıdır.
Bunun yerine;
Bu tür bir üniversiteye giriş sisteminde üniversite öğrencisini kendisi seçecektir. Bu uygulamada erkek – kız öğrenci oranı gözetilmelidir,
Bu şekilde maddi sıkıntısı olan çok sayıda öğrenci, üniversitelerde okuma imkânı bulacaktır.
18-) Türk’ün tarihteki Kızıl Elma Ülküleri bilinci ve duygusu çocuklara kazandırılmalıdır.
“Türk Cihan Hâkimiyeti Ülküsü”
“Türk’ünDünyaya Düzen Verme Ülküsü “
“Türk Dünyasında Dilde, Fikirde, İşte Birlik Ülküsü”
“Türk Milletini Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üzerine Çıkarma Ülküsü”
“Türk Milletini Çağlar Üzerinden Sıçratma Ülküsü”
“Turan – Türk Birliği Ülküsü”
“Türk’ün Devlet-i Ebed Müddet Ülküsü”
19-) Türk çocuklarına Türkçe Adlar Kullanma Bilinci Verilmelidir.
Bir milletin hür olması için sadece iktisadi bağımsızlık değil, onun yanında mutlak surette gelenek, görenek, töre ve kültürleri ile de bağımsız olmalıdır. Kişiye öz dillerinden adlar konulması kültür bağımsızlığının göstergesidir.
Çocuğun, soyunun büyüklüğünü, toprağının kutsallığını, bayrağının öğüncünü, tapacağının ululuğunu ve taşıyacağı ülkünün yüceliğini konuşmaya başladıktan yıllar sonra öğrenecektir. Çocuğa konuştuğu kutlu dilin güzel sözcüklerinden ad konulması milli bir iş ve görevdir.
20-) Türkçe ilk ana kaynaklar çocuklarımıza öğretilmelidir.
Kutadgu Bilig / Yusuf Has Hacib, Divan-ü Lugat-it Türk / Kaşgarlı Mahmut, Atebetü’l-Hakayık / Ahmet Edip Yükneki, Orhon Yazıtları, Dedem Korkut, Leyla ve Mecnun, Muhakemetü’l –Lugateyn / Ali Şir Nevai, Ebu’l Gâzi Bahadır Han / Şecere-yi Terâkime, Ebu’l Gâzi Bahadır Han / Şecere-i Türkî, Türk Destanları (Oğuz Kağan, Ergenekon, Manas gibi)
21-) Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ve değerleri, Milli Mücadele bilgi ve duygu olarak öğrencilere kazandırılmalıdır.
22-) Orta okul son sınıfta ve lisede Nutuk ders olarak verilmelidir.
Mustafa Keskin
Dilde Fikirde İşte Birlik Yolu Derneği’nin Kutlu Yol Söyleşileri'nde ağırlıklı olarak Türklük, Çağdaş Uygarlık Yolu ve Toplumsal…
Ağırlıklı olarak Türklük, Çağdaş Uygarlık Yolu ve Toplumsal Bilinç ve Gelişim alanları üzerine görüşlerin sunulduğu…
Tatar, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Brüksel Temsilciliğinde, Belçika'daki Türk iş dünyası temsilcileriyle düzenlediği…
Aktau, TÜRKSOY’un kararıyla Türk Dünyası-2025 Kültür Başkenti seçildi. Kazakistan’ın Hazar kıyısındaki bu tek liman kenti,…
TÜRKSOY Kazakistan’ın Almatı şehrinde Türk Dünyası Gençlik Buluşmaları kapsamında 1. Türk Dünyası Gençlik Forumu düzenleyecek.…
Bu fırsatı, KKTC’nin Türk dünyasına değer katabileceği alanları göstermek açısından önemli bulduğunu söyleyen Tatar, “Türk…