Şimdiki stratejik zorlanmış göç ileride soykırım mı?

Share

Yazan: Murat Yıldız

Kıdemli Albay (E) Murat Yıldız, asil Türk milletinin millî servetine ve ulusal refahına ortak edilen en ciddi beka sorununu yazdı

Soykırım, jenosit veya genosit; ırk, canlı türü, siyasal görüş, din, sosyal durum veya başka herhangi bir ayırıcı özellikleri ile diğerlerinden ayırt edilebilen bir topluluk veya toplulukların bireylerinin, çıkar amacıyla, bir plan çerçevesinde ve yok edilmeleri niyetiyle girişilen eylem ve sonuçlar bütünüdür. (Vikipedi)

Bu yazıda teknik yaklaşımlar değil genel olarak gerçek hayata yansıyan yaşamsal yaklaşımlar bulacaksınız. Yani mülteci, göçmen, sığınmacı, geçici sığınmacı/geçici korunma altında olan vb. gibi tanımlar ile uğraşmadan direkt etkilerini inceleyeceğiz. Bütün bu grupları sadece tek kelimede sığınmacı adı altında göreceksiniz.

Öncelikle şunu hatırlatmak isterim; bütün gelişmiş dünya ordularının harp okulları ve harp akademilerinde “kitleler hâlinde zorunlu (zorlanan) göçün hedef ülkeleri zayıflatmak ve yok etmek için hibrit savaşın en önemli unsurlarından biri olduğu” ders olarak anlatılmaktadır. Buna örnek olarak da Amerikan “Command and General Staff School”da 2010 yılından beri okutulan ders, “Weapons of Mass Migration: Forced Displacement as an Instrument of Coercion” (Kitlesel Göç Silâhları; Bir baskı aracı olarak zorla yerinden edilme) verilebilir.

Hiçbir kitlesel göç sıradan bir yer değiştirme hareketi veya plansız bir hareket olarak değerlendirilmemelidir. Amaçları arasında belli başlı olarak; siyasi davranışta değişiklik, hedef ülkeyi zayıflatarak taviz elde etme ve bağımlı hâle getirme, hedef ülkenin etkinliğini yok etmek veya parçalayarak daha küçük parçalar hâlinde yönetmek, ulus devlet ve üniter devlet yapısı yok edilerek zaman içinde işgal için uygun hale getirmek öne çıkmaktadır.

Afganlar 3 bin km yol katederek, Suriyeliler açık kapı politikasıyla, Iraklılar 15 yaş altı ve 50 yaş üstü vize muafiyetiyle, Afrikalılar eğitim bahanesiyle, Ukraynalılar savaştan kaçarak, suç örgütlerinin liderleri en rahat ettikleri ülke olduğu için, diğerleri de nasıl olsa en kolay girilebilen ülke olması nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’ne son 10 yıldır akın akın geldiler. Toplamda 20 milyonu buldular. Dünyada eşi ve benzeri olmayan bir şekilde ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 25’i… Ciddi anlamda ürkütücü bu oranın alametifarikası da “Geri Kabul Antlaşması”nın teşvik edici yönüdür.

Şimdi ve ileriye matuf tehlikenin farkında olan vatansever bir grup bu oldubittilere sesini yükseltirken iktidar kanadı da her konuda olduğu gibi savunmasını din temeline dayandırıp ensar-muhacir hikâyeleri anlatarak yapıyor.

Öncelikle milliyetçilik, ulus devlet ve üniter devlet yapısını benimsemek ile ırkçı yaklaşımları birbirinden ayırt etmek gerekir. Aslında çok açık bir şekilde birbirlerinden farklı kavramlar olsa da bu kontrolsüz ve sınırsız göç olayına şuursuzca yandaşlık yapan bir kısım, çeşitli kaynakların propagandası ile göçe karşı olan yurtsever grubu maalesef “ırkçı” olarak yaftalamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurttaşlarının devleti yönetsin diye sorumluluk verip yetkilendirdiği kişilerden beklentisi; millî servetin artırılması ve elde edilen artış ile sahip olunacak refahın adil şekilde tabana yayılması ve bunun nitelikli sürdürülmesinin de güvence altına alınmasıdır. Güvence altına alınmasındaki en öncelikli temel neden kendi öz kaynakların dahi zaman içinde kendine yeterli olmayışıdır. Hâl bu iken, ulus devlet olan Türkiye’nin nitelikli, erdemli beşerî sermayesi millî ruhu haiz, bilinçli yurttaşlarıdır. Bu yurttaşlar kendi (ulus devlet) bekaları için devlet yönetiminde söz sahibi olmazsa “iyi yönetim” beklenmemelidir.

İlaveten ülkemizde “ırkçı” olarak kabul edilebilecek bir olay hatırlamıyorum, duymadım. Kimseye rengi, dili veya etnik kökeni için kötü muamele edilmemiştir, bazı münferit olayları bu minvale çekmek için büyük çaba gösteren gruplar olsa da bunların altından muhakkak farklı senaryolar, hikâyeler çıkmıştır. Irkçılık yüce Türk milletinin örf-adet ve yaşam tarzına aykırı bir yaklaşım olup hiçbir zaman böyle oluşumları da bünyesinde bulundurmamıştır. Ancak şu tarihsel bir olgu olarak unutulmamalıdır ki Türk milleti kendi refahı ve bekasının önünde engel oluşturacak her türlü tehlikeye er veya geç bir şekilde bir tepki gösterir ve demokratik yolla gereğini bir şekilde yapar.

Sığınmacıların ülkeye kontrolsüz bir şekilde girmelerinin mahsurları üzerine yüzlerce yazı yazıldığı için bundan ayrıca bahsetmeyeceğim. Beni ilgilendiren kısmı bu 20 milyonu bulan sığınmacıların zaman içinde birilerinin dediği gibi “sessiz istilasına” mı yoksa bir nevi “soykırımına” mı maruz kalınacak olması sorunsalıdır. Türk milletinin kendi aleyhine olan bu politikalar sonucunda 2050’li yıllarda kendi ülkesinde büyük savaşlar vererek, milyonları bulan şehitler vererek, çileler, yoksulluklar çekerek kendi öz yurdunda vatan yaptığı topraklarında azınlık hâle gelecek olmasıdır. Peki her şey yolunda giderse 2100 yılında ne olacak? Uzak değil bir iki nesil sonrası…

Bu basit bir mesele değildir. Bu Türk milletinin beka meselesidir. Hükûmetin “çok kültürlülük/milletin çeşitliliğine” dayanan “yeni anayasa” dayatmasının temelinde yatan neden nedir? Türk milleti kavramı ırk temelli değildir. Ulu Önder Atatürk’ün tanımıyla (1930); Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Biraz daha geri gidersek 1924 Anayasası Madde 88’deki vatandaşlık tanımında ise “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur” diye yazar. Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kucaklayan ülkü birliği içinde yoğuran bir kavramdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ne kuruluş felsefesi esas alınarak sahip çıkılmalıdır. Bu felsefenin temel nitelikleri herkes tarafından bilinen ulus devlet olması, üniter devlet olması ve laik devlet olmasıdır. Bunu tek cümle içinde toplarsak; tek dil kullanılan, ortak ülkü birliği olan, tek devlet içinde bütünsel bir yönetimi benimsemiş, herkesin inanç özgürlüğüne saygı gösteren aynı zamanda bilimsel temelli bir devlet idare ve yönetim şeklini esas alan felsefedir.

Böyle çağdaş ve topluma huzur verecek bir yapıdan “milletin çeşitliliği” gibi bölücü bir kavram üzerine yeni anayasa icat ederek sığınmacıları ve bölücüleri ülkede meşru kılmak klasik anlamda olmasa bile yeni şekliyle bir ülkeye ve millete karşı planlanan bir tür bölme eylemidir.

Sürekli olarak ülkeye sığınmacı yüklenmesi ve bunların doğum oranları göz önüne alındığında ileride oluşacak olan ortam gerçekten milletin çeşitliliği olacaktır. Kendilerine ait eğitim sistemleri ve sosyal yaşam imkânları istemeleri ve hatta kendilerine ait bir hukuk sistemi dahi istemeleri zaman içerisinde siyasal İslamcılar ve akıllarınca “evrensel değer savunucusu” bir kısım solcular tarafından destek bulur.

Muhalefetin de (Zafer Partisi hariç) bu konuya ciddi politikalar üretemediği yüzeysel olarak geçirdiği de açıktır. Ana muhalefet partisi bu konuda henüz ortaya net ve anlaşılır bir politika koyamamıştır. Milliyetçi geleneğe sahip iktidar ortağı partinin ümmetçi çizgiye evrilip bu sorun yokmuş gibi davranması, iktidarın ise net bir şekilde güneyde, Suriye’de boşaltılan yerlere bir terör devleti kurulması ihtimâlinin her geçen gün kuvvetlenmesine rağmen bunu yok sayıp ülkeyi ve milleti zor duruma düşürecek adımlar atmaktan çekinmemesi Yüce Türk Milleti’nin bu konudaki sorumluluğunu artırmakta, vatanına ve milletine sahip çıkma görevini bir kez daha yüklenmesini gerektirmektedir.

Çözüm basit, açık ve nettir. Millete düşen, siyasilerden kitleler hâlinde gelen sığınmacıları planlı ve parçalar hâlinde vatanlarına geri döndürecek politikaları oluşturmalarını amasız fakatsız istemektir. Siyasal İslâmcıların millî ruh ekseninde akla mantığa uymayan tezlerini boşa çıkaracak gerçekçi yaklaşımlar üreten partiler de bir adım öne çıkmalıdır. “Geçici sığınmacılar olmasa kim çobanlık yapacak?”, “Fındıkları, pamukları kim toplayacak?” veya duygu sömürüsü yaparak “15 yaşına gelmiş, burada doğup büyümüş çocukları göndermek vicdani midir?” gibi söylemler akıl ve izan dışıdır. Bu hususta Türk milleti her şeyin üstündedir. Ayrıca; geçici sığınmacılar gelmeden önce fındıkları kim topluyorsa yine onlar toplar, çobanlığı da yapacak birileri bulunur. Ayrıca unutmamak gerekir ki Türkiye’de doğmuş ve 15 yaşına kadar Türkiye’de yaşamış çocukların baba ve anneleri Suriye’de doğmuş ve (ortalama) 40 yaşına kadar Suriye’de yaşamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti hâlen dağlarda, pusularda bu vatan için can veren kahramanlar sayesinde varlığını sürdürmektedir. Birilerinin kişisel iktidar hırsıyla bazı bölgesel projelere alet olmalarına rağmen, Türk Milleti küresel oyunlara alet olamayacak kadar devlet ve millet hafızasına sahiptir. Yüce Türk Milleti silâhları teslim edilmiş, orduları terhis edilmiş, başındaki padişah düşmanla işbirlikçilik içindeyken dahi yedi düvelle başa çıkmıştır. Gizli bölücü planları boşa çıkaracak güce de iradeye de sahiptir.

#Göç    #Suriyeliler  #Afganlar #Türkiye

 

Kaynak:

News MarineDeal

https://www.marinedealnews.com/simdiki-stratejik-zorlanmis-goc-ileride-soykirim-mi/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.