Oktay Sinanoğlu: Dil Giderse Millet Gider
Sinanoğlu kızgınlığını, tepkisini kitaplara döküyor, akıcı, duru, keyifle okunan eserler haline getirerek çok sevdiği milletini, özellikle gençleri uyarıyordu:
“Dil giderse millet gider!”.
Türkçüler toplumun en çok okuyan, gerçek bilgiye nüfuz eden kesimlerinin başında gelmektedir. Dünden bugüne Türkçü isimler düşünüldüğünde bilim, sanat, fikir alanlarında üst düzey eserler ortaya koyan insanlar ile karşılaşılır.
Türkçülerin bir diğer karakteristik özelliği de ruh ve gönül olarak temiz, saf, art niyetsiz insanlar olmalarıdır. Taktikler, politik oyunlar, zamana ve zemine göre vaziyet alma ve değişme halleri Türkçülerde görülmez. Ayrıca çıkar beklentisi veya ceza korkusu ile değil; daima ilkelerine göre hareket eden kişilerdir. Yüreklidirler, sağlamdırlar, güvenilirdirler. Bu sayılanlar aslında fevkalade nitelikler değildir. Her insanda zaten bulunması gereken olağan özeliklerdir. Nihâl Atsız’ın Ruh Adam romanında karakterine söylettiği gibi “İnsan meziyet sahibi olmaya mecburdur. Anormal olan: Kusurdur. Bir asker cesurdur diye alkışlanmaz ama korkarsa ayıplanır”[1]. Ancak giderek bozulan, yozlaşan insan ve toplum yapısı nedeniyle bu olağan haller üstün nitelikler olarak algılanır hale gelmiştir. İnsan ve toplum yapısında meydana gelen bozulmada en büyük sorumluluk paylardan biri kitle iletişim araçlarına aittir. Teşbihte hata olmaz, maddeye tapan, maddeye sahip olmak için her türlü ödünü meşru sayan, dünyevi günlük çıkarları her şeyin üstünde tutan bir anlayış giderek kitle iletişim araçları eliyle, popüler kültür içerikleri ile yayılmaktadır.
Türkçüler bu olumsuz resim içindeki yegâne sağlam kalenin ödünsüz üyeleridir. Türkçüler akılcıdır. Adımlarını “bilgi” temelinde atar. Ancak Türkçü aynı zamanda bir heyecan ve gönül insanıdır da. En derin ve dalgalı sulara düşünmeden atlayacak kadar cesur ve atılgandırlar. Bunun en çarpıcı örneklerinin başında Atatürk gelmektedir: Mütareke koşullarında Milli Mücadele’yi kazanacağımıza kim ihtimal verirdi? Gerçek vatanseverler bile umutsuzluk ve çaresizlik içindeydi. Ancak her adımını mantıkla, akıl ve bilgi ile atan o deha çapındaki komutanı, Atatürk’ü asıl zafere taşıyan yürek gücü idi, heyecan idi, gönülde yanan vatan ateşi idi. İşte Türkçüler böyledir. Esen fırtına ne kadar şiddetli olursa olsun, engin deniz ne kadar zalim olursa olsun yollarından dönmezler.
Bu isimlerden biri de Oktay Sinanoğlu’dur. Sinanoğlu Türk dünyasının en seçkin isimlerinden biridir. Pek çok yazısında ve konuşmasında “Bilim+Gönül” vurgusunu yapmıştır. Gönül ki, Türk dilinde en güzel ifadesini bulmuş bir sözcüktür. Başka milletlerin dilinde kolay kolay karşılığı bulunmaz.
Dünyanın en saygın bilim yuvalarında en üst düzel ilmi başarılara ulaşmış olan bir bilgin, aynı zamanda “Türk” deyince, “Türkçe” deyince gönlünden sevgi ve coşku çağlayanları taşan bir gönül adamı. Taşan yalnızca sevgi çağlayanı değil, aynı zamanda sitem selidir de. Sinanoğlu kendi milletinin bütün milletler içinde üstün ve saygın olmasını, Türk gençlerinin başı dik, kökleriyle gururlu, geleceği için güvenli olmasını istiyordu. Çünkü biliyordu ki Türk milleti buna fazlasıyla layıktır. Tarihi ile, kökleri ile, dili ile, bağrından çıkardığı adlı-adsız eşsiz kahramanları ile Türk kendiyle gurur duymasın da ne yapsın? Atatürk “Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir” derken, “Ne Mutlu Türküm diyene” derken bu sözlerini heyecana ve coşkuya, ancak aynı zamanda bilgiye de dayanarak söylüyordu.
Ancak ne üzücüdür ki Sinanoğlu’nun Türk milletinde görmek istediği gurur ve özgüven yerini özentiye, acı bir aşağılık duygusuna bırakmıştı. Özellikle Türkçenin kullanımında dilde görülen bu durum gönül adamının yüreğini kanatıyordu. Türkçenin giderek bozulması ve toplumun bu duruma karşı duyarsızlığını Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun [2] şu sözleri ile ortaya koymaktadır: “İstanbul caddelerini gezenler, Türkçe bakımından çok acıklı bir manzara ile karşılaşırlar. Yüz metrede bir dikilen dolmuş durakları, Türkçe’nin sefalet ilânlarıdır. Bu duraklardaki “Bekleme yapılmaz” ibâresi karşısında, hiçbir Türk’ün yüreğinin sızlamaması ayrı ve daha büyük bir fâciadır. “Bekleme yapmak, konuşma yapmak, gecikme yapmak” diye diye Türkçe’de kendi başına çekilen fiil kalmayacaktır. “ Halbuki Türkçe fiiller yönünden çok zengin bir dildir ve bu bozuk kullanımlara hiç gerek yoktur. Örnekler çoğaltılabilir:
-Türkçede karşılığı varken “shopping center, hair studio, plaza. vb. yabancı sözcüklerin tercih edilmesi
-Yarı Türkçe yarı İngilizce “Check etmek, depoyu fullemek” gibi ifadeler
-Türkçede zaten var olan “Ş” harfi yerine İngilizcede bu sesi ifade etmek için kullanılan “SH” harfleri ile örneğin “Barısh” şeklinde anormal şekilde yazılan sözcükler
-“Güneş Oteli”, İzmir Fuarı”, “İstanbul Kanalı” şeklinde doğru yazılışı varken “Otel Güneş”, “Fuar İzmir”, “Kanal İstanbul” şeklinde yanlış yazımların tercih edilmesi
Türkçenin giderek bozulmasına ilişkin türlü türlü olumsuz örnekler Sinanoğlu’nun haklı öfkesi ve sitemi ile karşılaşıyordu. Sinanoğlu bu kızgınlığını, tepkisini kitaplara döküyor, akıcı, duru, keyifle okunan eserler haline getirerek çok sevdiği milletini, özellikle gençleri uyarıyordu:
“Dil giderse millet gider!”.
Katıldığı televizyon programlarında da engin bilgi birikimi ile, bu birikimi aktarmadaki ustalığı ile, coşkulu üslubu ile, her Türk’te, Türkçüde en belirgin özellik olan samimiyeti ile dikkat çekmeyi başarıyor ve gençler üzerinde, toplum üzerinde bir bilinç ve duyarlılık meydana getiriyordu.
Bugün okumayı seven, ilgili, bilinçli, vatanını, milletini yükseltmek isteyen ve bu yolda yararlı olmak isteyen herkes Sinanoğlu’nu tanımaktadır ve “Dil giderse millet gider” sözünün onlarda derin bir karşılığı vardır.
Bu üstün bilgin, deha çapındaki bilim insanı, aynı zamanda heyecanlı, coşkulu gönül insanı Türk olmanın gururunu her yerde yaşadığı gibi, o gururu satırları durdukça nesillere yaşatacaktır.
Sinanoğlu’nu vefat yıl dönümünde saygı ve rahmetle ile anıyoruz ve onu Türk dünyası ile ilgili şu sözleri ile bir kez daha özlemle hatırlıyoruz:
“Türk dünyasının yeniden oluşması için ortak Türk dili ve ortak yazı dili bir an önce gelişmeli, ortak Türkçe yayınlar Türk dünyasının her köşesinde okunmalı, bu ülkelerin Türkçe televizyonları herkesçe seyredilmeli, her dalda yapılacak ortak kurultaylarda, bilimsel toplantılarda konuşmalar Türkçe olmalıdır. Bu hedeflere ulaşmak o kadar zor mu? Hayır. Yeter ki gönüllerde istek olsun”[3]
[1] Nihal Atsız, Ruh Adam, Ötüken Yayınları.
[2] Ahmet Bican Ercilasun, Türkçe’nin Sefaleti, http://lisanveedebiyat.blogcu.com/turkce-nin-sefaleti-prof-dr-ahmet-bican-ercilasun/3264957
[3] Oktay Sinanoğlu, Yeni Hayat Dergisi, 6. Yıl, 67. Sayı, Mayıs 2000.