Hükümetler Dışı Sivil Toplum Örgütleri
Dilimize Sivil Toplum Kuruluşu veya Örgütü olarak çevrilen NGO, aslında Hükümetler dışı örgüttür. Türkiye’de 12 Eylül 1980 öncesi demokratik kitle kuruluşları ismi yaygın olarak kullanılmaktaydı. Genellikle toplumsal görev üstlenen gönüllü Vakıf ve Dernekleri bu kapsamda görmek, değerlendirmek mümkündür.
Berlin duvarının yıkılışı ile küreselleşme sürecine giren dünyada yeni ekonomik, politik ve kültürel kavramlarda ortaya çıkmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Sosyalist ülkelerin bağımsızlıklarına kavuşmaları, serbest ekonomiye geçmeleri; dünya siyasi diline, yazınına yeni kavramların girmesine sebep olmuştur. Esasen telekomünikasyon, genel ağ (internet) ve iletişim kanalları ve teknolojisindeki gelişmelerin küreselleşme sürecinin başlamasına çok önemli katkıda bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Dünyanın herhangi bir köşesinde meydana gelen bir gelişmenin, olayın çok kısa zamanda bütün dünyaya iletebilmesi ve artık siyasi gücün bu bilgi akışını engelleme imkânlarının kalmaması, insanların dünyadaki gelişmelerden haberdar olması ve etkilenmesi sonucunu doğurmuştur.
Küreselleşme sürecine giren dünyada resmi kanallar artık tek çözüm yolu değildir. Aynı zamanda ilk başvurulan çözüm kanalı da değildir. Dünyada yepyeni bir yöntem gelişmiştir. Bu yeni yöntem, tabandan tavana doğru bir yöntemdir. Tepki alma ihtimali olan hiçbir şey aniden, birden bire, doğrudan ilgili kurullara getirilmez. Önce bir kamuoyu ve uzlaşma için çalışmalar başlatılır, yapılacak bir değişiklik ya da yenilik, savunulan bir dava veya bir mesele önce Sivil Toplum Örgütleri tarafından benimsenir, benimsettirilir ve ortaya atılır, gündeme getirilir, konuşulur, tartışılır, toplum alıştırılır, tepki azaltılır, destek sağlanır, kamuoyu oluşturulur. Konu daha sonra Yürütme ve Yasama gündemine, uluslararası ise BM ve diğer uluslararası kuruluşlara götürülür. Bu yol izlenmeden diplomasi devreye sokulursa ya geri adım atmak durumunda kalınılabilir veya sıcak çatışma kaçınılmaz olur. Konu ile ilgili Uzlaşma oluştuktan sonra hükümetler devreye girer. Sadece bu işleyiş kavrandığında bile, Sivil Toplum Örgütlerinin ne denli büyük öneme haiz olduğu anlaşılmaktadır.
Meseleye başka bir boyuttan baktığımızda, devlet ve devlet altı yapılanma ve düzenlerin hızla gelişmesi hemen göze çarpmaktadır. Devlet üstü yapılanma ve düzeni, 1945’ten itibaren ortaya çıkan, uluslararası örgütlenme yapılanması ve düzeni olup, sadece devlete ait olan egemenliğin bir üst kuruma devri biçimindedir. BM, AB, NATO, Gümrük Birliği ve bunlara benzer bir çok kurum ve kuruluşlar bu yapılanma ve düzenin örnek kuruluşlarıdır. İkinci gelişme ise, üst altı dediğimiz Hükümetler Dışı Sivil Toplum Örgütleridir. Bu örgütler, devlete ait egemenliğin bir kısmını üstlenerek devlet üstü ve devlet altı arasında kalan bir boyutta yerini alan örgütler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu örgütlerin bazıları, devletlerin iradesi dışında elde ettikleri temsil gücü ile dünyada hissedilir bir şekilde ağırlıklarını arttırmaktadır. Buna örnek olarak Uluslararası Af Örgütünü gösterebiliriz. Bilindiği gibi bu örgütün raporları ülkelerin uluslararası alanda saygınlığını etkilemektedir. Uluslararası yapılanma, bu biçimdedir ve etkin rol oynamaktadır. Bu boyutun Türk dünyasında nasıl değerlendirildiği ve yararlanıldığı üzerinde dikkatle çalışmak gerekmektedir.
Milletlerde, toplumlarda değişik görev yüklenen bu yeni örgütlenme biçimi, sivil toplum kuruluşları olan hükümet dışı kuruluşlar, ülke yönetiminin doğrudan buyruğu altında olmadıkları için birçok değişik ortama kolayca girebilmekte ve görüşlerini, görevlerini, amaçlarını anlatabilmektedir.
Uluslararası alanda Sivil Toplum Örgütlerinin, insani yardım alanının yanında çalışmalar yaptıkları, iş gördükleri diğer alanlar ise, insan hakları, azınlık hakları, çevre, çağdaş yaşam seviyesini yükseltme, demokrasiyi yayma ve geliştirme vb. etkinliklerdir. Birçok alanda olduğu gibi bu alanda da ne yazık ki çok gerilerde seyrettiğimizi özellikle görmek gerekir. Bu amaçlara yönelik yerel çalışma yapan yüzlerce vakıf ve dernek olmasına karşılık, ne yazık ki uluslararası nitelik taşıyan ve uluslararası toplantılarda çalışan ve etkinlik yürüteni yoktur. Bu durumu anlamak için BM’de istişari statüye sahip 134 NGO’nun arasında tek bir Türk NGO’su olmadığı gibi bu örgütler tarafından toplantı ve etkinliklere akredite edilen de yok. Aslında bu durum içe kapanıklığımızın da bir göstergesidir. Burada bir hususu hatırlatmak istiyorum: İstişari statüye sahip olan NGO’lar BM’de başta insan hakları komisyonu ve bu komisyona bağlı alt komisyon olmak üzere birçok komisyonun çalışmalarına gözlemci olarak katılabilmektedirler. Gündemin her maddesi ile ilgili konuşma hakkına sahiptirler. Ayrıca bu kuruluşlar başka kuruluşları toplantılara akredite ederek toplantılara katılmalarını sağlamaktadırlar. İşte bu sebeplerden dolayı yirminci yüzyılda dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Türk ve Müslüman toplulukların maruz kaldıkları mezalimler ve insan hakları ihlalleri dünya kamuoyuna yeterince yansıtılmamıştır. Bunun da kabahatini kendimizde aramak yerine işin kolayına kaçarak “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” gibi ve benzeri vecizelerin arkasına sığınarak hep dünyayı suçlamışızdır. Bilindiği gibi Ermeni meselesi Türkiye’yi yıllarca meşgul etmiştir. Ermeni tezlerini, Ermeni ve batılı sivil toplum örgütleri ve bazı üniversiteler savunarak dünya kamuoyuna yansıttılar. Buna karşılık batıda Türk tezlerini kimse savunmadı.
Türk dünyasının pek çok yerinde soydaşlarımız kimliklerini eritme ve yok etme ya da sürgün politikalarına maruz kaldıkları halde; “tavır koyacak, bütün ilgili siyasi ve idari güçlere çağrıda bulunacak, harekete geçirecek, sahip çıkacak ve BM’de gündeme getirecek güçte, söz sahibi, etkin ve uluslararası yeterince sivil toplum kuruluşu yoktur.”
Bu sebeple örneğin;
Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali, Rusya’nın Kırım Türklüğünü vatanına sokmaması,
Suriye ve Irak Türkmenlerinin içerisinde bulunduğu yok olmaya yol açabilecek savaş,
Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri’ne yönelik soy kırım,
Ahıska Türklerinin yurtlarına dönememeleri,
Rodos, İstanköy ve Batı Trakya Türkleri’nin yaşadıkları, çığlıkları bir türlü ilgili yerlere ulaşamamakta, BM’nin gündemine getirilememektedir.
Hükümetler dışı Sivil Toplum Kuruluşları birbirlerini etkiledikleri gibi, ortak çalışma ve mücadele birlikleri de oluşturmaktadırlar. Böylece dünya kamuoyunu ve dolayısıyla siyasi karar merkezlerini etkileyebilmektedirler.
Türk dünyasında; davasını ve meselelerini dünya ülkelerinin temsilcilerinin önünde anlatacak, savunacak, tescil ettirecek sivil toplum örgütleri çok önemlidir.
Mustafa KESKİN