Allah – Tanrı
Allah kelimesi Müslümanlıktan önce var mıydı?
Kışlalardaki yemek duasında gelenekleşmiş olarak söylenen “Tanrı’mıza hamd olsun!” yerine “Allah’ımıza hamd olsun!” cümlesinin getirilmesi, yani Tanrı sözünün kışlalardaki yemek duasından kaldırılması “Allah yerine Tanrı kullanılabilir mi?” sorusunu yeniden gündeme getirdi.
Önce Allah kelimesine bakalım.
Allah kelimesi, Müslümanlıktan önce de vardı. Bunun en açık delili, peygamberimizin babasının adının Abdullah olmasıdır. Bilindiği gibi Abdullah, “Allah’ın kulu” demektir. Ancak Hz. Muhammed’in babası Abdullah, Müslüman değildi; daha peygamberimiz doğmadan vefat etmişti.
Son dönem İslam bilginlerinden Bekir Topaloğlu da, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı Allah maddesinde kelimenin Müslümanlıktan önce var olduğunu belirtmiştir:
“İslâm öncesi Araplar’ı bazı dualarında, deyim, atasözü ve özellikle şiirlerinde Allah kelimesini oldukça fazla kullanmışlardır.” (C. 2, s. 473).
Öyleyse Abdullah adının içinde bulunan ve Müslümanlık ortaya çıkmadan önce de Araplarda kullanılan “Allah” kelimesinin anlamı nedir?
Yine Bekir Topaloğlu, Allah kelimesinin, “İslâm öncesi Arap dili ve edebiyatında ‘ilâh, tanrı’ anlamında kullanılmış” olduğunu söyler ve 30 civarında etimoloji görüşü arasında, kelimenin “Arapça asıllı ilâh lâfzından türemiş olduğu kanaatı”nın ağır bastığını da ekler (C. 2, s. 471).
Topaloğlu, putperest Kureyşlilerin Allah sözünü kullandıklarını Kur’an’dan da tanıklar. İslam öncesi Araplarının “muhtelif kabilelere ait olmak üzere sayısı yüzlerle ifade edilen putların üstünde bir yüce tanrının bulunduğu inancını taşıdıkları da anlaşılmaktadır.” dedikten sonra Topaloğlu, Kur’an’ın da bunu haber verdiğine, ayrıca bu putperest Arapların Allah adına yemin ettiklerine, sıkıntılı ve tehlikeli zamanlarda Allah’a sığındıklarına dair ayetlerin numaralarını verir (C. 2, s. 473).
Onun gösterdiği ayetlerden ikisine Hüseyin Atay’ın mealinden bakalım:
Ankebût suresinin (29), 61. ayetinden:
“Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?’ diye sorsan şüphesiz ‘Allah’tır’ derler.”
Nahl suresinin (16), 38. ayetinden:
“Ölen kimseyi Allah’ın diriltemeyeceği üzerine bütün güçleriyle Allah’a yemin ettiler.”
Son olarak Allah kelimesinin “ilah” lafzından nasıl türediğine dair etimolojik görüşü[1] de yine Bekir Topaloğlu’ndan aktaralım:
“İlâh kelimesinden türemiş olup başına harf-i ta’rif getirilmiş, bir taraftan el-ilâh şeklinde dildeki yerini almışken diğer taraftan kullanım sırasında dile kolaylık sağlamak maksadıyla asıl kelimenin hemzesi kaldırılmış, lâmlar birleştirilmiş (idgam) ve azamet ifade eden kalın bir ses verilerek Allah tarzında okunmuştur.” (C. 2, s. 471).
Kutadgu Bilig’de ve Hüsrev ü Şîrîn’de besmele
Eski Türklerde, “Allah mı kullanalım, Tanrı mı kullanalım?” diye bir sorun olmamıştır. Hatta Allah yerine başka kelimeler de herhangi bir sorun olmadan, rahatça kullanılmıştır.
Bilindiği üzere İslami Türk edebiyatının en eski edebî eseri, 1069 yılında Yusuf Has Hâcib tarafından yazılmış bulunan Kutadgu Bilig’dir. Satuk Buğra Hanın Müslüman oluşundan (946) 123 yıl sonra yazılmıştır. Elbette aynı yıl bütün Türkler Müslüman olmadı. Ancak Satuk Buğra Hanın Müslüman olmasıyla Türkler arasında İslamiyet kısa zamanda yayıldı. Özellikle 960’larda, 970’lerde milyonlarca Türk Müslüman oldu. Demek ki Kutadgu Bilig’in yazılış tarihini kabataslak olarak “Türklerin Müslümanlığa girmesinden yüz yıl kadar sonra” şeklinde ifade edebiliriz.
İşte bu eserin ilk bölümünün başlığı: Teŋri[2] azze ve celle ögdisin ayur (Aziz ve celil [yüce] Tanrı’nın övgüsünü söyler).
Eserin ilk iki beyti de şöyle:
Bayat atı birle sözüg başladım
Törütgen, igidgen, keçürgen idim
Tanrı adı ile söze başladım,
Yaratan, besleyen, bağışlayan rabbim (sahibim).
Üküş ögdi birle tümen miŋ senâ
Ugan bir bayatka, aŋar yok fenâ
Pek çok övgü ve on binlerce senâ (olsun)
Kâdir (ve) bir (olan) Tanrı’ya. Ona yoktur fenâ (fanilik)[3].
Görüldüğü üzere Kutadgu Bilig’in başlangıç bölümünde Allah sözü için hem -bugünkü Tanrı’nın eski söylenişi olan- Teŋri, hem de Bayat kelimeleri kullanılmıştır. Aslında ilk beyit besmelenin neredeyse bire bir çevirisidir. Bayat atı birle = Bismillâh. İgidgen, keçürgen = rahman, rahîm.
Bir “bismillâh” çevirisi de 1341 yılından, Kutub adlı şairin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinden:
İdi atı birle başla sözüŋni
Kim ol bar kıldı yokdın bu özüŋni
Allah adı ile başla sözünü
Ki O var etti yoktan seni.
Ulug Teŋri kim ajunnı yarattı
Tutup bik yirni köklerni töretti[4]
Ulu Tanrı ki dünyayı yarattı,
Yeri sıkı tutup gökleri türetti.
Görüldüğü üzere 14. yüzyıl Altınordu şairi Kutub, Allah yerine idi kelimesini kullanmıştır. Gerçi idi“sahip” demektir ve çok defa rab yerine kullanılmaktadır. Ancak burada “bismillâh” karşılığı olduğu açıktır. İkinci beyitte ise Allah yerine açık bir şekilde Tanrı kullanılmıştır.
Dîvânu Lugâti’t-Türk’te Allah ve Tanrı
İki metinden örnek verdim. Birkaç metinden daha vereceğim. Ama önce Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan ve Kutadgu Bilig gibi, Türklerin Müslüman olmasından aşağı yukarı yüz yıl sonra, 1072-1077’de yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki Teŋri maddesine bakalım:
“Teŋri yüce ve aziz Allah.”
“Atasözü: Toyın tapugsak Teŋri sewinçsiz. Kâfirlerin din adamı Yüce Allah’a ibadet eder; ancak Allah sübhânehu ve taalâ onun işinden razı değildir. Bu, karşı tarafın iyi karşılayacağını uman; fakat karşı tarafın hoşlanmadığı bir işi yapan için söylenir.”
“Şiir:
Tün kün tapun Teŋrike boynamagıl”
Korkup aŋar eymenü oynamagıl.”
“Diyor ki: Gece gündüz yüce Tanrı’ya ibadet et ve isyan etme! Ondan ürk ve kork; ona karşı hayâ ve korku içinde ol ve oynama.” (Ercilasun – Akkoyunlu 2014: 501).
Görüldüğü gibi 1070’li yıllarda Kâşgarlı Mahmud, Teŋri (Tanrı) sözünün Arapçadaki karşılığını doğrudan doğruya “yüce ve aziz Allah” diye vermektedir. El yazmasında verilen Arapça karşılık aynen şöyle “huvallahu azze ve celle”. (Kâşgarlı Mahmud -tıpkıbasım- 1990: 608).
Kâşgarlı Mahmud’un “Allah” anlamındaki Teŋri için iki de örnek verdiği görülmektedir. Biri atasözü, biri de şiir. Bu demektir ki 100 yıl içinde, Satuk Buğra Handan önce, özellikle Abbasi hizmetine girip Müslüman olan Türkleri de hesaba katarsak bir iki yüzyıl içinde Allah anlamındaki Teŋri sözü, Türklerin halkiyat ve edebiyatına da girmiştir. “Toyın”, Kâşgarlı’nın da belirttiği gibi “kâfirlerin din adamı” anlamında bir kelimedir.
Kâşgarlı Mahmud Teŋri sözüne yukarıdaki anlamı verip örnekleri de sıraladıktan sonra şöyle devam eder:
“Kâfirler -yüce Tanrı onları yok etsin- göğe teŋri derler. Aynı şekilde gözlerine büyük görünen büyük dağ, ağaç gibi şeylere de teŋri adını verirler ve bu gibi şeylere secde ederler.”
Henüz Müslüman olmamış Türklerin (Kâşgarlı onlara kâfir diyor) göğe ve büyük şeylere teŋri dediklerini bile bile aynı kelimeye “yüce ve aziz Allah” anlamını vermekte Kâşgarlı bir beis görmemiştir. Zaten başka türlü de yapamazdı; çünkü verdiği örneklerde de görüldüğü üzere kelime, Müslüman Türklerin dilinde “Allah” anlamında kullanılmaktaydı.
Bir kelimenin hem kâfirlerin tanrısı, hem de Müslümanların Tanrı’sı olması tuhaf değil mi, diye düşünülebilir. Ama Topaloğlu’nun, Kur’an ayetlerine dayanarak kaydettiği üzere, peygamberimizin zamanında da Allah kelimesi hem kâfirlerin tanrısı, hem Müslümanların Tanrı’sı için kullanılıyordu. Dil biliminde bu olaya “çok anlamlılık” denir. Herhangi bir sözlüğe bakan herkes çok anlamlılığı hemen fark edebilir. Birçok kelimenin birden fazla anlamı vardır.
Doğu ve Kuzey Türkçesine ait başka eserlerde Tanrı
Kâşgarlı Mahmud’a bir örnek de biz ekleyelim. Ama ondan aşağı yukarı elli yıl sonra yazılmış bir eserden. Nevayi’nin bir evliya tezkiresi olan “Nesâimü’l-Mahabbe…” adlı eserinde evliya olduğu yazılan Edib Ahmed Yüknekî’nin Atebetü’l-Hakâyık’ından:
“Ugan hükmi birle kelür kelgen iş” (Arat 1951: 76).
Reşid Rahmeti Arat bu mısraa şu anlamı vermiştir:
“Her gelen iş kadir (Tanrı) hükmü ile gelir” (Arat 1951: 98).
Arat’ın Tanrı sözünü ayraç içine almasının bir sebebi var. Çünkü eserin el yazmasının nüshalarından birinde ugan sözünün altına teŋri yazılmıştır.
Daha açık bir örnek, aynı devirde, yani 11. veya 12. yüzyılda yazılmış ilk Kur’an tercümelerinde vardır. Bu tercümelerde Türkçe anlamlar satır altında verildiği için tereddüde hiç yer bırakmaz. En eski satır altı Kur’an tercümelerinin en güzellerinden biri, İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’ndedir ve 73 numarada kayıtlıdır. Maalesef bu eserin tıpkıbasımı da, ilmî bir yayını da henüz yapılmamıştır. Ama ben yerini söyledim, meraklısı gidip oraya bakabilir. Aramaya gerek yok. Hemen Fâtiha suresinin ilk ayetine bakınca şu görülecektir: Arap harfleriyle el-hamdu lillâhi rabbi’l-âlemîn. İlk kelimenin altında yine Arap harfleriyle Türkçesi: ögdi. Yani “övgü”. İkinci kelimenin (lillâhi’nin) altında Teŋrike. Yani Tanrı’ya(dır). Rabbi’l-âlemîn kelimelerinin altında ise âlemler idisi. Yani “âlemlerin sahibi”.
İlk satır altı tercümede böyle olduğu gibi sonraki tercümelerin birçoğunda da bu böyledir.
1313 yılında yazılmış manzum bir dinî eser var: Mu’înü’l-Mürîd. Yani “mürid’in yardımcısı”. Ebulgazi Bahadır Hana göre bütün Türkmenler bu kitaba göre amel ederlermiş. Bu eserde daha çok Allah kelimesi geçer. Fakat Teŋri sözü de Allah yerine rahatlıkla kullanılmıştır:
Yıgakdın yıgıl tut idi emrini
Yawuz ol keçürse esiz ömrini
Hicâbsız seniŋ ma’siyet kılmakıŋ
Delîl bilmemiş-sen çın-ok Teŋrini[5]
Yasaktan sakın, tut Rab emrini,
Kötüdür geçirirse(n) faydasız ömrünü.
Utanmadan senin günah işlemen(in sebebi)
Kılavuz bilmemiş (olmandır) gerçek Tanrı’yı.
14. yüzyılda yazılmış bir başka dinî eserden de sadece bir örnek alalım. Bir örnek diyorum, çünkü bu eserde Taŋrı kelimesi yüzden fazla geçiyor (Ata 1998: 402-403) ve birçoğunda da ayet ve hadislerdeki Allah kelimesinin karşılığı olarak. Nehcü’l-Ferâdîs (Cennetlerin Açık Yolu) adlı bu hacimli eserden aşağıda verdiğim örnek hicret sırasında Hz. Ebûbekir ile Hz. Muhammed’in konuşmalarını aktarıyor. Peygamberimize düşman oku değmesin diye Hazreti Ebûbekir onun dört yanında siper oluyormuş. Peygamberimiz şöyle diyor: “Lâ tahzen innellahe ma’anâ.” Eser, bu sözü verdikten sonra Türkçe karşılığını da yazıyor: “Yâ Ebâ Bekr, hîç korkmagıl kim Taŋrı Ta’âlâ bizniŋ birle turur.” (Tıpkıbasım 1956: 20/12). Anlaşılıyor ama biz yine de cevabı bugünün Türkçesine aktaralım: “Ey Ebûbekir, hiç korkma; çünkü yüce Tanrı bizimledir.”
1250-1518 arasında Mısır’da bir Türk devleti vardı. Arapça kaynaklarda adı ed-devletü’t-Türkiyye idi, yani Türk Devleti. İşte bu devletin ahalisinden olan Araplara Türkçe öğretmek için birçok gramer ve sözlük yazıldı. Bunlardan biri de 14. yüzyılda yazılmış bulunan Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî’dir. İşte bu eserde de Arapça Allah sübhânehu ve teâlâ yazıyor ve Türkçe karşılığı Teŋri olarak veriliyor (Toparlı – Çögenli – Yanık 2000: 2).
Mevlid’de Allah ve Tanrı
Artık Anadolu’daki Oğuz Türklerine de gelebiliriz. Örnek çok ama biz önce, en bilinen Mevlid’e bakalım. Süleyman Çelebi’nin 1409’da Bursa’da yazdığı Vesîletü’n-Necât adlı mevlide. İlk beyit herkesin ezberinde olmalı:
Allah adın zikr idelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kula (Ateş 1954: 92).
Anlamını bildiğimizi sanıyoruz ama ben yine de oldur, cümle, işde sözlerinin farklı anlaşılabileceğini düşünerek beyti bugünkü Türkçeye aktarayım:
Allah adını zikredelim evvela,
Vacip odur, bütün iş(ler)de her kula.
Yukarıda Kutadgu Bilig’den ve Hüsrev ü Şîrîn’den verdiğim örneklere tekrar bakarsak, eserlerin başlangıcında bir gelenek oluştuğunu görürüz: Esere besmele ile başlamanın gerekliliği. Türkistan’dan Anadolu’ya uzanan bir gelenek. İlk ikisinde Türkçe kökenli kelimeler vardı, burada Allah.
Süleyman Çelebi Allah kelimesini kullanıyor ama Tanrı kelimesini de kullanıyor:
Her kim ana irdi irdi Tanrı’ya
Tanrı dîdârını gördi bî-riyâ (Ateş 1954: 100)
Her kim (ki) ona (peygambere) ulaştı, ulaştı Tanrı’ya,
Tanrı’nın yüzünü gördü riyasız olarak.
Kim ki dinlerse bu sözi aşk ile
Lâcerem Tanrı ana rahmet kıla (Ateş 1954: 104)
Kim ki dinlerse bu sözü aşk ile
Şüphesiz Tanrı ona rahmet kılar.
Anadolu’nun başka eserlerinde ve Dede Korkut’ta Allah ve Tanrı
Anadolu’da da satır altı Kur’an tercümeleri var. Bunlardan biri Muhammed bin Hamza’nın 15. yüzyıl başlarındaki tercümesi. Muhammed bin Hamza büyük bir ihtimalle ilk Osmanlı şeyhülislamı olan Muhammed bin Hamza el-Fenârî, yani Molla Fenârî’dir. Fâtiha suresinin ilk ayetinde orada da “lillâhi”nin altında Taŋrı-nuŋdur yazar. Ahmet Topaloğlu’nun hazırladığı eserin sözlüğünden Tanrı kelimesinin daha birçok kullanılışını görmek mümkündür (Topaloğlu 1978: 556-557).
15. yüzyıl ortalarında yaşamış , tefsir ve ahlaka dair eserler yazmış bir Osmanlı bilgini var: Ebulfazl Mûsâ bin Hacı Hüseyin İznikî. Sa’lebî’nin ünlü Kısas-ı Enbiyâ’sını Türkçeye çevirmiş. İşte bu eserde de Taŋrı birçok defa geçiyor. Çeşitli örnekler için Nesrin Bayraktar’ın hazırladığı eserin dizinine bakılabilir. Biz sadece bir örnek verelim:
“Resûl alehi’s-selâm buyurdu ki şol Taŋrı hakkı çün ki benüm cânum anuŋ kudreti elindedür…” (Bayraktar 2008: 23).
Dede Korkut’ta Allah ve Tanrı sözleri hemen hemen aynı sıklıkta geçer. Bütün örnekleri görmek isteyenler, Muharrem Ergin’in hazırladığı dizinden iki kelimeye de bakıp gösterilen sayfalardan metindeki örnekleri bulabilirler. Biz birkaç örnek verelim:
“Allah Allah dimeyinçe işler oŋmaz, kâdir Taŋrı virmeyinçe er bayımaz.” (Ergin 1989: 73)
“Devletsüz şerrinden Allah saklasun ḫanum sizi… Azup gelen kazayı Taŋrı savsun ḫanum hey.”(Ergin 1989: 74, 75)
Yazılup düzilüp gökden indi Taŋrı ilmi Kur’an görklü… Alçak yirde yapılupdur Taŋrı ivi Mekke görklü (güzel)” (Ergin 1989: 75)
Yücelerden yücesin yüce Taŋrı / Kimse bilmez niçesin görklü Taŋrı…/ Aziz Allah ḫocam maŋameded” (Ergin 1989: 224).
Son Dönem sözlüklerinde Allah ve Tanrı
Biraz da yakın dönemlere gelelim ve iki sözlüğe bakalım. Şemseddin Sami’nin 1900 yılında yazdığı ünlü sözlüğümüz Kamûs-ı Türki’de bakalım Allah kelimesinin karşılığında ne yazıyor:
“Allah sz. (ism-i müzekker = eril ad)[6], Ar. (Arapça) [el = harf-i ta’rif – ilâh = mâbud]: Hâlik-i kâinat olan vücûd-ı mutlak, Tanrı, Rab, Mevlâ, Hudâ, Îzid.” (Ş. Sami 1317: 158).
Görüldüğü üzere Şemseddin Sami, Tanrı sözünü bire bir Allah’ın karşılığı olarak vermiş. Peki bugün unutulmuş olan Îzid ne acaba? Ona da aynı sözlükten bakalım:
Îzid s. (isim), fa. (Farsça): Asıl Zerdüştîlerin sünâiyyetini (ikili tanrı sistemini) teşkil eden iki unsurdan hayır ve nur (ışık) mürebbîsinin ismi olup, İranîler ba’del-İslâm (İslam’dan sonra) Hak Teâlâ hazretlerine tahsis etmişlerdir (Ş. Sami 1317: 240).
Demek ki yalnız Türkler yapmamışlar; İranlılar da eski tanrılarının adını Müslüman olduktan sonra Allah için kullanmışlar.
Şemseddin Sami’den bir de Tanrı kelimesine bakalım:
“Tanrı (te’den sonra elif yok) yâhud tanrı (elif ile) veyâ tanrı (tı-elif ile) ve gl (galat = yanlış) tağrı. s. (İsim): [Semâ ve şafak demek olan tan’dan]: İlâh, Mevlâ, Hudâ, tk (Türkî-i kadîm = Eski Türkçe) Ugan[7], Çalap: Tanrı’nın kulu // Tanrı’nın günü = bütün gün (Ş. Sami 1317: 429).
Allah kelimesinin karşılığı olarak Tanrı’yı da gösteren Şemseddin Sami burada karşılık olarak Allah sözünü göstermemiş ama aynı kavram için kullanılan Mevlâ, Hudâ kelimelerini vermiş. Ayrıca Tanrı’nın kulu örneğinde de Allah anlamı açıktır.
Biraz daha yakına, 1927 yılına gelelim. Cumhuriyetten dört yıl sonra fakat harf inkılabından bir yıl önce yazılmış bir sözlüğe bakalım. M. Bahaeddin’in Yeni Türkçe Lugat’ine.
Allah a. (Arapça), s. (isim): Yerle göğü yaradan Mevlâ, Tanrı, Rab, Hudâ, Îzid (M. Bahâ 1927: 77).
Tanrı s. (isim) veyâ tanrı (elif ile), tanrı (tı-elif ile): Allah, Hudâ.
Tanımlık terimi ve konu açısından önemi
Sanırım bu kadar kaynak ve örnek yeter. Ancak dil bilimi açısından önemli bir noktanın üzerinde durmam gerekir. Harf-i tarif meselesi. Batı dillerinde çeşitli söyleyiş ve yazılışlarıyla artikel. Yeni Türkçede tanımlık.
Nedir tanımlık? Bir ismi belirli hâle getiren gramer ögesine tanımlık diyoruz. Arapçada el-/al-. Kitâbun, “herhangi bir kitap”, el-kitâb ise “belirli bir kitap” demek. Yani el-kitâb denildiği zaman, konuşanlar hangi kitaptan bahsedildiğini biliyorlar.
Tanımlık ögesi bütün dillerde bulunmaz. Arapçada el-/al-, İngilizcede the, Fransızcada le/la,Almancada das/der/die… belirlilik bildiren tanımlıklardır. Türkçede ve Farsçada ise tanımlık yoktur.
Bir dilde tanımlığın bulunup bulunmaması konumuz açısından önemlidir. Tanımlık bulunan dillerde tanımlık ögesini kullandığınız zaman belirli bir ilahı kastetmiş olursunuz. Mesela İngilizcede The God denince, Fransızcada Le Dieu denince “Allah” demek olur[8]. Nitekim Arapçada da Allah sözünün, tanımlık eki olan el ögesiyle ilâh kelimesinden geldiği Topaloğlu ve Şemseddin Sami tarafından ifade edilmiştir.
Tanımlık olmayan dillerde ise ilah mı Allah mı kastedildiği bağlamdan anlaşılır. Söz gelişi “Yüce Tanrı bu milleti korusun!” denildiği zaman bu cümlede Allah’ın kastedildiği açıktır. Maamafih Türkçede iki durumda tanımlık ögesi de vardır. İsim tamlamalarında ve kelime, cümlenin nesnesi olduğu zaman.
Gramerde belirtili nesne denilen nesne türünde kelimenin aldığı ek bir tür tanımlıktır. “Kitab-ı okudum.” cümlesinde konuşanlarca bilinen bir kitaptan bahsedilmektedir. Dolayısıyla kelimenin sonundaki -ı, bir tür tanımlıktır. “Kitap okudum.” denirse “herhangi bir kitap” anlaşılır. “Bugün Tanrı’yı çok düşündüm.” deyince de burada kastımızın Allah olduğu açıktır.
Gramerde belirtili isim tamlaması denilen kelime grubunda da ilk kelimenin aldığı ek bir tür tanımlıktır. “Kapı-nın kolu” denildiği zaman belli bir kapı kastedilmiş olur. “Kapı kolu” ifadesinde ise belli bir kapı söz konusu değildir.
Ancak belirttiğim gibi, nesne ve tamlama dışında, tanımlık ögesine sahip olmayan Türkçede Allah’ın kastedildiği bağlamdan anlaşılır. Yazıda ise büyük harf kullanılır.
Azerbaycan Türkçesinde Allah
Son olarak bazı okuyuculara “fesübhânallah” dedirtecek bir sürprizle incelemeyi bitirelim.
Bugünkü Azerbaycan Türkçesinde Allah kelimesinin “ilah” anlamı da vardır (Altaylı 1994: 35). Azerbaycan Türkçesiyle yazılmış herhangi bir metinde “eski Yunan Allahları” gibi bir ifadeyle her zaman karşılaşılabilir.
Sonuç
Türkler, Müslüman oldukları tarihten bugüne kadar Allah sözünü de Tanrı sözünü de sorunsuz bir şekilde kullanmışlardır. Sözün gelişine ve üsluba göre Allah da diyoruz, Tanrı da diyoruz. Bazı deyimler ise bu iki kelimeyi paylaşmışlardır. Bir kısım deyimler Tanrı ile, bir kısım deyimler Allah ile yapılmıştır. Mesela Allah misafiri demiyoruz, Tanrı misafiri diyoruz. Şemseddin Sami’nin verdiği örnekte olduğu gibi “bütün gün” anlamında Tanrı’nın günü diyoruz. Buna karşılık bir şeye şaştığımız zaman Tanrı Tanrı demiyoruz, Allah Allah diyoruz. Bir de Allahu a’lem (bi’s-savâb) deyimi var. Asıl anlamı “(en doğrusunu) Allah bilir” olan bu ibare, deyim olarak “kim bilir” anlamına geliyor. Daha çok Orta Anadolu’da yaygın olan ellaam / ellaham deyimi de Allahu a’lem’den gelir.
Deyimler ve diğer kalıplaşmış ifadeler, kalıplaşmış oldukları için değiştirilmezler. “Tanrı’mıza hamd olsun, Tanrı Türk’ü korusun!” gibi ibareler de kalıplaşmış ve gelenekleşmiş söz birlikleridir. Yukarıdan beri sıraladığım örnekler ve dil bilimi verilerine göre bunların değiştirilmesi doğru değildir.
KAYNAKLAR
Altaylı, Seyfettin (1994), Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, İstanbul, Millî Eğitim Bakanlığı yayınları.
Arat, Reşid Rahmeti (1947), Kutadgu Bilig I Metin, İstanbul, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Arat, Reşid Rahmeti (1951), Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki – Atebetü’l-Hakayık, İstanbul, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Arat, Reşid Rahmeti (1974), Yusuf Has Hâcib – Kutadgu Bilig II Çeviri (İkinci Baskı), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Ata, Aysu (1998), Nehcü’l-Ferâdîs – Uştmaḫlarnıŋ Açuk Yolı – Cennetlerin Açık Yolu III Dizin-Sözlük, Ankara, Türk Dil Kurumu yayınları.
Atay, Hüseyin (Şubat 1995), Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe anlamı (Meâl), Ankara, S/E/K Yayınları.
Ateş, Ahmed (1954), Süleyman Çelebi – Vesîletü’n-Necât – Mevlid, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Bayraktar, Nesrin (2008), Ebû’l-Fazl Mûsâ bin Hacı Hüseyn İznikî – Kasasü’l-Enbiyâ Tercümesi (Metin-Dizin), Ankara, Ebabil yayınları.
Ercilasun, Ahmet B. – Akkoyunlu, Ziyat (2014), Kâşgarlı Mahmud – Dîvânu Lugâti’t-Türk – Giriş-Metin- Çeviri-Notlar-Dizin, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ergin, Muharrem (1989), Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara, Türk Dil Kurumu yayınları (ilk baskı: 1958).
Ergin, Muharrem (1963), Dede Korkut Kitabı II İndeks-Gramer, Ankara, Türk Dil Kurumu yayınları.
Hacıeminoğlu, Necmettin (1968), Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i ve Dil Hususiyetleri, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları.
Kâşgarlı Mahmud (1990), Dİvânü Lûgati’t-Türk – Tıpkıbasım/Facsimile, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
M. Bahâeddin (1927), Yeni Türkçe Lugat, İstanbul.
Nehcü’l-Feradis I Tıpkıbasım (1956), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Şemseddin Sami (1317), Kâmûs-ı Türkî, Dersaâdet (İstanbul), İkdam neşriyatı.
Topaloğlu, Ahmet (1978), Muhammed bin Hamza – XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış Kur’an Tercümesi – İkinci Cilt (Sözlük), İstanbul, Kültür Bakanlığı yayınları.
Topaloğlu, Bekir (1989), “Allah”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 02, İstanbul, TDV Yayınları.
Toparlı, Recep – Argunşah, Mustafa ( 2008), Mu’înü’l-Mürîd, Ankara, Türk Dil Kurumu yayınları.
Toparlı, Recep – Çögenli, M. Sadi – Yanık, Nevzat H. (2000), Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî veAcemî ve Mugalî, Ankara, Türk Dil Kurumu yayınları.
[1] Diğer etimolojik görüşler arasında bu kanaatin ağır bastığını, Topaloğlu’nun da ifade ettiğini yukarıda belirtmiştik.
[2] Buradaki n, Anadolu’nun birçok yerinde, gönül, deniz, geldiniz gibi kelimeler söylenirken çıkarılan geniz-damak sesidir.
[3] Okunuş ve anlamlandırmada Arat yayınından yararlandım, fakat bazı değişiklikler de yaptım.
[4] Metin kısmı Hacıeminoğlu 1968: 181’den. Aktarma bana ait.
[5] Metin, Toparlı – Argunşah yayınından, transkripsiyon işaretlerinden arındırılarak alınmıştır. Aktarma bana aittir.
[6] Ayraç içindekiler benim açıklamalarımdır.
[7] Yanlışlıkla urgan yazılmış.
[8] Gerçi bu dillerde de bu kelimeler için artikel kullanılmaz, ilk harfin büyük yazılması yeterlidir.
Kaynak: MİSAK