3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ

Share

(1944 yılında işkence ve kötü muameleye maruz kalan Türkçülerle beraber, 12 Eylül 1980 döneminde, sonrasında ve öncesinde 1944′ ü aratmayacak derecede işkence ve kötü muamele gören, zulme uğrayan bütün Türk Milliyetçilerine, Ülkücülere ithaf olunur…

Rahmeti rahmana kavuşan büyüklerimizle bu yüce dava için kara toprağa düşen tüm şehitlerimize Allah rahmet eylesin, mekânları cennet, ruhları şad olsun. )

Bilindiği gibi, Türk Milliyetçiliği tarihinde önemli dönüm noktalarından biri “3 Mayıs 1944” hadisesidir.

3 Mayıs 1944’te Milletimizin tarihinde bu milletin sahipsiz olmadığını gösteren bir hareket yaşanmıştır. İçine düştüğü veya düşürüldüğü her kötü durumda, her bunalımda hiçbir karşılık beklemeden ona sahip çıkan, kendisini millete adamış Türkçüler-Türk milliyetçileri, 3 Mayıs 1944’te de fedakârca, karanlık gidişata karşı milli-toplumsal muhalefet olarak ortaya çıkmışlardır.

Peki, 3 Mayıs nedir? Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği açısından ne derece önemlidir?

Hüseyin Nihal ATSIZ’ın ifadesiyle 3 Mayıs;

“3 Mayıs 1944 Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebi ve ilmi sınırları pek de aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayısında birdenbire hareket oluverdi.

Türkçülükte ilk hareketi 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Ankara’daki birkaç bin meçhul Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük tarihinde onların hususi bir şerefi vardır.”

Başbuğ Alparslan Türkeş’ e göre 3 Mayıs (30 Nisan 1976, Millet gazetesi);

“ …

  • 3 Mayıs: Milliyetçilerin komüniste karşı DUR! Diyen toplu hareketidir.
  • 3 Mayıs: Türk milliyetçilerinin bayramıdır.
  • 3 Mayıs: Bundan otuz iki yıl önce idealist ve vatanperver bir grubun o devrin dikta rejimine karşı başlattığı kutsal gayeli bir hareketin ilk adımıdır. (bu güne göre yetmiş altı yıl)
  • 3 Mayıs: Türk milliyetçilerinin yeni bir hamleye girişmesinin başlangıcıdır.
  • 3 Mayıs: Türk Milletini ilimde, maneviyatta, teknikte en yükseğe çıkarma hamlesidir.
  • 3 Mayıs: Türk milliyetçilerinin yabancı kültüre ve yabancı ideolojilere karşı başkaldırmasıdır.
  • 3 Mayıs: Kendi milli kültürümüzü çağdaş gelişmelerle yeniden yoğurma hareketidir.
  • 3 Mayıs: Ülkücülük Hareketinin dönüm noktasıdır.
  • 3 Mayıs: Türk milliyetçilerinin, Türk milletinin varlık davasında çektikleri ızdırabın, elemin, gözyaşının ifadesidir.
  • 3 Mayıs: Türk milliyetçilerine yalan ve iftiralarda bulunanların kendi iftira ve yalanlarıyla boğulduğu gündür.
  • 3 Mayıs: Büyük milletimizin ebediyete kadar yaşayacağına inanan Türk milliyetçilerinin yeniden doğuşudur.
  • 3 Mayıs: Türk milliyetçilerinin bayraklaşan hareketidir.
  • 3 Mayıs: Milliyetçi Türkiye’nin kuruluşunun da temel taşıdır.

Yarının Büyük Türkiye’si bu şuur ve azimle kurulacaktır. 3 Mayıs 1944‘den bu yana otuz iki (yetmiş altı) yıl geçti. Türk milliyetçileri bugün bir çığ gibi büyüyor. Yurdun dört bir yanındaki Ülkücü ve Milliyetçi kadrosuyla, Türk milletinin hizmetinde; onu ilimde, teknikte, ahlakta dünyanın en ileri seviyesinde getirmek gayesi taşıyor.”

Şeklinde çok detaylı ve veciz şekilde ifadesini bulmaktadır.

3 Mayısı anlayabilmek için, manasını kavrayabilmek için; işin safahatını, çekilen acıları, yapılan hukuksuzlukları, kurulan kopmloloru iyi bilmek gerekir.

3 Mayıs hadisesinin başlangıcı,1944 yılında Ankara’da Hüseyin Nihal ATSIZ’ın önderliğinde binlerce Türk gencinin gerçekleştirmiş olduğu Türkçülük Hareketi, Milletin içine kadar girmiş olan Komünizme karşı verilen mücadelenin şuurlu bir biçimde uyanışını teşkil etmektedir.

l944’de iki ayrı olay yaşanır. Birincisi 26 Nisan’da başlayıp 3 Mayıs 1944’de sona eren H. Nihal ATSIZ – Sabahattin Ali davası. İkincisi 7 Eylül 1944’te başlayıp 29 Mart 1945’te sona eren “Irkçılık-Turancılık” davasıdır. (3 Mayıs 1947 de beraat ile sonuçlanmıştır.)

Şimdi bu iki olayın detaylarına inelim. Ancak öncelikle o günlerde Ülkemizin ve dünyanın hali ve ahvali nasıldır bir bakalım.

Hatırlanacağı üzere, 1940’lı yılların ilk yarısı, İkinci Dünya Savaşı’nın yeni bir aşamaya girdiği ve ülkemizle ilgili iç ve dış odaklı çeşitli oyunların oynandığı bir dönemdir.

Bir taraftan savaşın karşıt cephelerinde yer alan batılı devletlerin, diğer taraftan komünist Sovyetler Birliği’nin çeşitli baskı ve yönlendirmelerine maruz kalan Türkiye, iç bünyesinde de zamanın baskıcı milli şef rejiminin çelişkileriyle, yalpalamalarıyla idare olunan bir ülke görünümündeydi. Özellikle bölücü ve komünist unsurların gizli ve açık faaliyetlerinin giderek arttığı, devlet kurumlarında yoğunlaşan sol ve materyalist kadrolaşmanın ülkemizi farklı noktalara sürükleyebilecek bir boyut ve hız kazandığı bir dönem.

5 Ağustos 1942 tarihinde dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, meclis kürsüsünden şunları söylüyordu;

“Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”.

Aynı anda Milli Eğitimimiz, inkârcıların, komünistlerin ve yabancı kültür temsilcilerinin uygulamalarının esiri olmuştu.  O günlerde;

Eskiyi unut, yeni yolu tut, Türklüğe umut sen ol çocuğum.

Geçtiği yerde kalsın geçmişler, bize bunlar inkılâpçı demişler

şeklinde marşlar söyleniyordu.

Dil Tarih ve Coğrafya fakültesinin felsefe şubesi Behice Boran v.b. komünist görüşlü öğretim üyelerine teslim edilmiştir. Her yıl bu görüş çerçevesinde yetişmiş ve bunu genç dimağlara bulaştırarak zehirleyecek onlarca felsefe öğretmeni yurdumuzun her köşesine dağılmaktadır.

Devlet Konservatuarı’nın müdürlüğü Ülkemizin tanınmış komünistlerinden Sabahattin Âli’ye verilmiştir. Milli Eğitimindeki gayri milli  bu uygulamaları önlemekle görevli Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başvekilin söylemlerine tam zıt yönde hareket etmektedirler.

Diğer yandan dünyada; sona yaklaşan II. Dünya Savaşı’nın o aşamasında Almanlara karşı üstünlük kuran Ruslara yaranmaya ve şirin görünmeye çalışan hükümet; Türkçüleri hedef alarak, her türlü kötü muameleyi Türk milliyetçilerine reva görmektedir.

Bu durum üzerine; Büyük Türkçü; merhum dava adamı Hüseyin Nihal ATSIZ‘ın devrin Başvekili Şükrü Saraçoğlu‘na kendi dergisinde(ORHUN) kaleme aldığı iki açık mektup, Türkçülük hareketinin patlama noktasına gelişinin adeta ateşleyicisi olmuştur.

  1. Nihal ATSIZ, 1 Mart 1944 tarihinde yazdığı birinci mektubunda;

“İşte Türkçülüğün hâkim olduğu bir Türk ülkesinde böyle bir olay oluyor. İşin en kötü yönü de bu nümayişi yapanlar hem üniversiteli hem devlet parasıyla okuyan öğrenciler; demek ki devlet bilmeden koynunda yılan besliyor. Kızıl gözlü, sinsi ve zehirli bu yılanlar, yem bekledikleri geldiğinde vatanı arkadan vuracaklar. Bekledikleri kızıl sabahı Türkiye’ye getirecek olan yabancı ordulara ajanlık edecekler” diyor.

1 Nisan 1944 tarihinde yazdığı ikinci mektubunda ise;

Mili vicdan, vatan düşmanlarının tepelenmesini istiyor, yurt sever Türk çocuklarına kötü örnek olan komünistlere mevki vermek usulünü kaldırınız” diyerek Sabahattin Ali gibi bir komünist’in maarif vekâletinde tayininin nasıl yapılabildiğini soruyordu. Mektuplarda uygulanan yanlış politikalardan dolayı Başvekili uyarıyordu.

Bu iki açık mektup; başta Hasan Ali Yücel olmak üzere bütün solcuları endişeye düşürür.  Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali yücel ve Ulus gazetesi yazarlarından Falih Rıfkı Atay’ın teşvikleriyle, Sabahattin Ali kendisine “vatan haini” dediği gerekçesiyle H. Nihal ATSIZI mahkemeye verir.

26 Nisan 1944 günü mahkemenin ilk duruşması yapılır ve 3 Mayıs 1944’e ertelenir. H. Nihal ATSIZ‘ın mahkemeye verilmesi bütün yurtta Türkçü gençlerin infialine neden olur; başta Ankara olmak üzere yurdun her köşesinde gösteriler tertiplenir.

3 Mayıs 1944 günü gerçekleşen ikinci duruşmada komünizm karşısında eyleme geçen gençler mahkeme salonunu tıklım tıklım doldurarak vatan hainlerine karşı inançla haykırırlar.

Adliye binasını kuşatıp, Anafartalar ve Denizciler caddelerini dolduran, Milli marşlar söyleyerek Ulus ve Samanpazarı’na doğru sloganlarla büyük bir yürüyüş gerçekleştiren Türkçü gençlere karşı, Cumhurbaşkanı İnönü’nün talimatıyla kolluk kuvvetleri çok sert müdahalede bulunur.

Türkçü gençler, gözaltına alınıp öldüresiye dövülür. Tek suçları vatanlarını ve Milletlerini sevmek olan bu gençlere, görülmemiş işkenceler uygulanır. Öyle işkenceler yapılmıştır ki, gözaltındaki gençlerin kafaları yarılmış, her yeri morarıp üstü başı kan içinde kalmış, kolları ve kaburgaları kırılmıştır.

Olayların vahametini; “1944 Milliyetçilik Olayı” kitabında Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ şöyle anlatıyor:

3 Mayıs günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı. O zamana kadar Milli Şef’in müsaade etmediği hiçbir gösteri yapılamazdı. Demokrasi, Eşitlik, Hürriyet, Gençlik… Bütün bunlar Türkiye’nin 1944 iktidarında hep palavradır. Halkın alkışları, gençlikten çıkacak “yaşa” naraları kayıtsız şartsız İnönü’nün tekelinde kalmalıdır.

Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ’in işaret ettiği gibi, “nefes almak bile” milli şefin iznine tabi iken, nasıl olur da hiç kimsenin bilgisi olmadan, Ankara’da binlerce genç meydanlara çıkabilir? Aklın alacak gibi değil. Yoksa hükümete karşı bir ihtilal hazırlığı mı var, düşüncesiyle paniğe kapılan İnönü, Türkçülük düşüncesine savaş açmaya karar verir. İlk iş olarak da Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan eder. Atsız gözaltına alınır.

9 Mayıs’a ertelenen duruşmanın hemen ardından hiçbir yasal dayanak olmaksızın H. Nihal ATSIZ tutuklanır. ATSIZ’ın kaldığı otel didik didik aranır. Aradan bir saat geçer geçmez İstanbul polisi ATSIZ’ın evine baskın yapar, baskında ATSIZ’a ait yayınlanmamış yazıları, gazeteleri, mektupları her şeyi alınıp el konur.

Ülke genelinde Türk Milliyetçisi bilinen ve H. Nihal ATSIZ’la ilişkisi olan birçok kişi gözetim altına alınır. Bu tutuklamaların yanında Orhun dergisi de kapatılarak Türk Milliyetçiliği tam anlamıyla susturulmak istenir. Merhum H. Nihal ATSIZ’ın evinde yapılan armalarda, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ’in yazmış olduğu mektuplar ve yazılar da ele geçirilir ve akabinde Başbuğ Türkeş, görev yapmakta olduğu Erdek’te bir askeri heyet tarafından gözaltına alınarak sıkıyönetim kumandanlığında bir hücreye konulur.

Devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, o yıl ki 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının açılışında, Türk Milliyetçilerinin aleyhine halka şöyle seslenir:

“Turancılar, Tük Milletini, bütün komşuları ile onarılmaz bir surette düşman yapmak için birer tılsım bulmuşlar. Bu kadar şuursuz ve densiz fesatçılara Türk Milletinin mukadderatını kaptırmamak için Cumhuriyet rejimi bütün tedbirlerini kullanacaktır.”

Vatanı ve Millet sevdaları, inançları, davaları için mücadele eden, bu uğurda meydanlara çıkan Türk Milliyetçilerini tutuklayıp zincirlere vurdular, Divan-ı harbe verdiler. Zindanlara attılar, tabutluklara koydular. 1500 mumluk ampullerin altında işkence ettiler, akla hayale gelmez zulümlerde bulundular.

1944’den sonra Türk diline yeni bir kelime girdi “TABUTLUK!”. Türkçülüğe, Milliyetçiliğe gösterilen düşmanlığı Milliyetçilere uygulanan acımasız işkenceleri ve bunların kapsadığı geniş ve derin manaları anlayıp ifade eden bu kelime bir devrin simgesi olmuştur. Tarih boyunca o günlerin bahsi geçtikçe “tabutluk” anıldıkça o kahramanlar hatırlanacaktır.

Bütün bu gelişmelerin akabinde kurulan bu büyük komplo ile 7 Eylül 1944’teIrkçılık – Turancılık” davası açılmıştır.

Türkçülük davasında toplam 23 sanık yargılanmıştır, bunlar;

1-Hasan Ferit Cansever,                         Dr. Yüzbaşı

2-Fethi Tevetoğlu,                                  Dr. Üsteğmen

3-Alparslan Türkeş,                                Üsteğmen

4-Nurullah Barıman,                               Teğmen

5-Zeki Özgür(Sofuoğlu),                          Asteğmen,

6-Fazıl Hisarcıklı,                                     Asteğmen

7-Hüseyin Nihal Atsız,                            Edebiyat Öğretmeni

8-Hüseyin Namık Orkun,                        Tarih Öğretmeni,

9-Necdet Sancar,                                    Edebiyat Öğretmeni,

10-Saim Bayrak,                                      Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru

11-İsmet Rasin Tümtürk,                        İstanbul Belediyesi Murakıbı,

12-Cihat Savaşfer,                                  Üniversite Öğrencisi

13-Muzaffer Eriş,                                    Üniversite Öğrencisi,

14-Fehiman Altan,                                  Üniversite Öğrencisi,

15-Yusuf Kadıgil,                                     Lise Öğrencisi,

16-Cebbar Şenel,                                    Hâkim Adayı,

17-Zeki Velidi Togan,                              Türk Tarihi Profesörü,

18-Orhan Şaik Gökyay,                           Ankara Konservatuarı Direktörü,

19-Hikmet Tanyu,                                   Memur

20-Reha Oğuz Türkkan                           İ. Üni. Doktora Öğrencisi,

21-Hamza Sadi Özbek,                            Aydın Maliye Tahsilât Şefi

22-Cemal Oğuz Öcal,                              Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrencisi,

23-Sait Bilgiç,                                          Hâkim Adayı.

Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır…

Davanın savcısı (Kazım Alöç) iddianamesinde:

Efendim, biz bunları yüksek mahkemenin huzuruna, hükümeti devirmeye çalışan vatan hainleri olarak çıkarmış bulunuyoruz”  sözleriyle, komplonun mantığını bariz şekilde belli ediyordu.

Savcının iddiasına karşılık, H. Nihal ATSIZ;

Milletim için düşündüğüm haklardan dolayı, kimse bana vatan haini diyemez. Bu çirkef iftirayı iadeye de tenezzül emiyorum. Kimin hain, kimin vatansever olduğunu tarih tayin edecektir. Hatta etmiştir bile.” sözleriyle, iddialara karşı gerekli cevabı veriyordu.

Sadece Türkçü oldukları ve Türk Milletini uyandırmaya çalıştıkları için o güne kadar görülmemiş işkencelere maruz bırakılan ve sonrasında yıllarca hapse mahkûm edilen büyük Türkçüler, hapisten çıktıktan sonra da davaları uğrunda savaşmaya devam etmişlerdir.

Tüm iftira, yalan, dolan ve hileye rağmen 3 Mayıs 1947 deki duruşmada Askeri Yargıtayın verdiği kararla tüm dava adamları bu davadan beraat etmişlerdir.

3 Mayıs 1944, kendi öz vatanlarında; Türk Milliyetçilerine yönelik zulmün, işkencenin ve iftira kampanyasının doruğa ulaştığı tarihidir.

3 MayısSabır, metanet ve inançla” maruz kaldıkları insanlık dışı muameleleri, kendileri için bayram vesilesi yapan, tavizsiz yiğit insanların geleneksel bayramıdır.

3 Mayıs 1944; Kendi vatanlarında boğulmak yok edilmek istenen bir avuç yiğit Türk’ün; bozuk düzene ve onun koruması altında gelişip büyümeye başlayan Marksizm’e, Emperyalizm’e, Kapitalizm’e ve Siyonizm’e karşı şanlı başkaldırısı, direnişidir.

3 Mayıs 1944 hadiseleri; baskı, şiddet, kovuşturma ve haksızlıkların, milli bir hedefi kendileri için pusula yapmış olanları inançlarından asla vazgeçiremediğini, işkence ve zulümlerin bir işe yaramadığını herkese açıkça göstermiştir. Yarım metrekarelik bir alana sahip olan Tabutluklarda dava adamlarına yapılan işkenceler, onların Türk vatanına bağlılıklarını ve sevdalarını asla azaltmamış, aksine güçlendirerek saflaştırmıştır.

1940’lı yılların kamplaşmış toplum, taşlaşmış devlet yapısında; aklı, hakkı, irfanı ve ideali temsil eden Türkçülüğün yılmaz ve aziz isimleri, sonraki nesiller için de heyecan ve ilham kaynağı olmuştur.

Türkçülere o gün yapılan muamele, asla bir yıkım olmamış bilakis Türkçülere ve Türk Milletine birlik ve beraberliğin sağlandığı, bir şahlanış günü armağan etmiştir.

3 Mayıs günü, 1945 yılından beri, Türk Milliyetçiliğini kendilerine bir yaşam felsefesi olarak benimseyenlerin adeta yeniden Ergenekon’dan çıkış günü, zafer günü, olarak kutladıkları “Türkçüler Günü” çok önemli bir gün olmuştur.

Bu hadiseler Türk milletine mensubiyetten gurur duyan Türk milliyetçilerinin, inandıkları değerler uğruna karşılaştıkları zulmün ne ilki olup, ne de sonuncusu olmayacaktır!

3 Mayıs 1944 tarihi, Türk Milliyetçileri için bir dönüm noktası olduğu kadar bir hareket noktası da olmuş ve bu tarihten günümüze değin “Türkçülük Günü” , “Türkçüler Bayramı” veyahut  “Milliyetçiler Bayramı” gibi adlarla kutlanmıştır. 1944 yılında yaşananlar Türk Milliyetçilerinin partileşme ve dernekleşmesinin de temellerinin atıldığı dönem olmuştur.

3 Mayıs Türk tarihinde Türkçülük adına önem arz eden ciddi gelişmelerden birine vesile olmuş, karşımıza Alparslan TÜRKEŞ gibi Türkün en son BAŞBUĞUNU çıkarmıştır.

Bu ruh, bu inanç, bu direniş, bu uyanış neticesinde Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ tarafından Türk Milliyetçiliği kurumsal bir yapıya kavuşturulmuştur. Bu kurumsal yapı siyasal hayatta Türk Milliyetçiliğini savunan ve Türk siyasi hayatına damgasını vuran, Türk siyasi hayatının önemli bir aktörü olmuştur.

Türk Gençliği; Ülkücü kimliği ile Ülkü Ocakları altında örgütlenmiştir.

3 Mayıs Türkçüler Günü” 12 Eylül 1980 ihtilalinin gerçekleştiği tarihe kadar her yıl düzenli bir şekilde kutlandı, bu anlamlı günde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ülküsü olan Türkçülük, hafızalara kazınarak bir yaşam felsefesi olarak işlenmiştir.

12 Eylül 1980 ihtilalinde Türk Milliyetçileri, 1944 yılında maruz kaldıkları işkenceden daha geniş kapsamlı, daha sistematik ve daha uzun süreli bir kötü muameleye maruz kaldılar. Yüzlercesi idam isteği olmak üzere binlercesi hapishanelere doldurulmuşlardır. İdam edilen ülkücülerin yanında, yıllarını zindanlarda geçiren Yusufiyelilerin, Taş Medreselilerin çektikleri işkenceler ve maruz kaldıkları baskıların yanında, dışarıda kalan Türk Milliyetçileri de çok acımasız bir manevi baskı altında alınmışlardır. 12 Eylül döneminde gerek zindanlarda gerekse normal hayatta, baskı görmeyen, zulme uğramayan tek bir Türk Milliyetçisi ve Ülkücü göstermek neredeyse mümkün değildir.

İhtilal sürecinde Türk Milliyetçilerinin lideri Rahmetli Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ, 5 yıl tutuklu kaldığı ceza evinden tahliye olduktan sonra, zaman kaybetmeden Türk Milliyetçilerini yeniden toparlama ve mücadeleye kaldıkları yerden devam etmenin yolunu aramıştır.

Çekilen eziyet ve çileler boşa gitmemiş, Türk milliyetçiliği siyasal ve kültürel boyutuyla Milliyetçi kahramanların fedakarlıkları sonucunda, toplumun her kesiminde filizlenmiş ve nihayetinde aziz Milletimizce kabul görerek gönüllerde yer etmiştir.

Türk milliyetçileri, her zaman bu Ülkenin ve Milletin her türlü değer ve kutsallarının sahibi olmuş; gelişmesi ve gelecek kuşaklara intikali için üzerine düşen her türlü görev sorumluluğu büyük bir onur ve gururla yerine getirmiştir ve getirecektir.

Hiç şüphe yok ki, bu mücadele, Zaferlerle ve başarılarla dolu sayfalar kadar, zorlu ve hüzünlü sayfaların da olduğu Türklüğün zorlu mücadele tarihinin bir yansımasıdır, bir parçasıdır.

Türk Milliyetçileri, mağdur olmuşlar, sıkıntıya düşmüşler, ama hiçbir zaman mağlup olmamışlardır. Türk Milliyetçileri zaman zaman horlanmışlar, suçlanmışlar, baskıya maruz kalmışlar, sıkıntıya düşmüşler ama Türkiye ve Türklük sevdasından asla vazgeçmemişlerdir.

Çağdaş, modern ve insanı önceliğine alan, birlikte yaşama ve kardeşlik projesi olan Milliyetçilik, geleceğin rehberi, içinde bulunduğumuz çağın eskimeyecek vizyonu, Milletin yegâne güvencesi, ekonomik gelişmenin motoru, demokrasi ve özgürlüklerin teşvikçisi ve yol arkadaşı olacaktır.

Milliyetçiliğin birleştirici ve tamamlayıcı vasfını idrak edemeyenler, dinamik ve gelişmeye açık yönünü kabullenemeyenler milli varlık ve değer hükümlerinden alerji duyanlardır.

Bugün memleketimizin içinde bulunduğu durum değerlendirildiğinde, Milliyetçi bir iradeye, İdareye şiddetle ihtiyaç olduğu ortadadır. Biz bir olup, iri olup, diri olduğumuz müddetçe, birbirimize Milliyetçilik, Ülkücülük ve Kardeşlik hukuku içinde sahip çıktığımız anda;  Bizi aynı hedefe yönlendiren ve tüm dünyanın gıpta ile baktığı Türkçülük Ülküsü doğrultusunda hareket ettiğimiz sürece; Ülke olarak, Millet olarak, Hareket olarak kimseye boyun eğmez, kimseye diz çökmeyiz inşallah. Tüm Türk Dünyası ve diğer ülkelerdeki soydaşlarımız da layık olduğu yere gelir. Bundan hiç şüphemiz yoktur.

Dünya üzerinde Bu ülküye, bu davaya, bu harekete inanan Türk Soylu kahramanların hep birlikte aynı hedefe yürüdüğünü görmek bile “Süper güç” diye tabir edilen ülkelerin ve yerli işbirlikçilerinin uykusunu kaçırmaya, kanını dondurmaya yetecektir.

Türk’ü, Türk’ün yönettiği, canını Türk Milletine adayanların yönettiği, Türk Dünyasının bağımsız ve hür yaşadığı, kan ve zulümden kurtulduğu günlere kavuşma dileklerimle;

3 Mayıs Türkçüler Günü’nü kutlar, Türklere, kendini Türk hissedenlere, Türk dünyasına hayırlar getirmesini dilerim.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN ve YÜCELTSİN!

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Yük. Müh. Hüseyin ÇAKIR, huseyincakir55@gmail.com; 3 MAYIS 2016, ANKARA

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.